Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Cigdem Malkoc

Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama gerçekte çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü.
Sayfa 177
Reklam
“Ama hayatın anlamını arıyorsan, hiç yaşamamışsın demektir, dedi Hugo bilge bir tavırla. Camus’den alıntı yaptın.” Albert Camus, varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden biridir ve eserleri genellikle insan varoluşunun anlamı ve absürtlük üzerine odaklanır. “Hayatın anlamını arıyorsan hiç yaşamamışsın demektir.” ifadesi doğrudan Camus’ye atfedilse de, bu sözün onun tarafından söylendiğine dair doğrudan bir kaynak bulunmamaktadır. Ancak, bu ifade Camus’nün düşünceleriyle uyumlu bir tema taşır. Camus, hayatın kendi içinde anlamsız olduğunu, bir “absürtlük” olduğunu öne sürer. Ancak bu absürtlüğü kabul etmek ve onunla yüzleşmek, bireyin özgürlüğüne ve yaşamın değerine ulaşmasının bir yolu olarak görülür. Camus’ye göre, hayatın “anlamını” dışarıda aramak yerine, birey kendi yaşamının anlamını kendi eylemleriyle yaratmalıdır. Bu, “Sisifos Söyleni”nde öne sürdüğü gibi, kendi kaderini kabullenip, ona rağmen yaşamı kucaklamakla mümkündür. Bu bağlamda söylenmiş bir ifade, Camus’nün varoluşsal felsefesinin bir yansıması olarak görülebilir: Hayatın anlamını aramak, onun doğası gereği anlamsız olduğunu kabul etmemektir; gerçek yaşam, anlam arayışından ziyade, varoluşsal absürtlükle yüzleşip, her anın içinde anlam yaratarak yaşanır. Camus, bireyin özgür iradesini ve yaşamın kendi içindeki değerini vurgularken, dışsal bir “anlam” arayışının hayatı kaçırma riskini taşıdığını ima eder. Bu düşünceler, Camus’nün “Yabancı” ve “Sisifos Söyleni” gibi eserlerinde işlediği temalarla örtüşmektedir.
Sayfa 149
“Nora çoklu evrenlere dair epeyce okumuştu ve Gestalt psikolojisinden de biraz anlıyordu. İnsan beyninin dünyaya dair karmaşık bilgileri filtreden geçirerek indirgediğini, mesela insanın bir ağaca baktığında sonsuz karmaşıklıktaki sayısız yaprakla dalı “ağaç” denen şey olarak gördüğünü biliyordu. İnsan olmak, dünyayı sürekli indirgeyerek anlaşılabilir ve basit bir alıntıya dönüştürmekti.” Gestalt Psikolojisi, insanların bütünsel yapıları algılama eğiliminde olduğunu öne süren bir psikoloji dalıdır. Bu teoriye göre, insanlar karmaşık bilgileri parçalarına ayırmak yerine, bütün olarak anlamlandırır. Alıntıda bahsedilen örnek üzerinden gidildiğinde, bir ağacın sayısız yaprağını ve dallarını ayrı ayrı değil, bir bütün olarak, yani “ağaç” olarak algılarız. Bu, zihnimizin dünyayı daha anlaşılır ve yönetilebilir kılmak için kullandığı bir yöntemdir. Alıntıdaki “İnsan olmak, dünyayı sürekli indirgeyerek anlaşılabilir ve basit bir alıntıya dönüştürmekti” ifadesi, insanların karmaşık gerçeklikleri basitleştirerek algıladıkları ve anlamlandırdıkları süreci ifade eder. Bu, hem bilgi işleme kapasitemizin sınırlı olması nedeniyle hem de günlük hayatta pratik ve etkili kararlar verebilmek için gerekli bir mekanizmadır.
Sayfa 146

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
…Hepsi de bir şeyleri farklı yapmış olmayı yürekten istiyordu. Pişmanlıkları vardı. Kimileri uzun zamandır ölümü tercih edeceklerini düşünmüşlerdi ama aynı zamanda kendilerinin farklı bir versiyonu olarak yaşamayı da istemişlerdi. Bu pişmanlıklar beynimize her ne yapmışsa, orada -nasıl desem- ne çeşit bir nörokimyasal tepkime olmuşsa, aynı anda hem ölümü hem de yaşamı istemenin karmaşası bizi bir şekilde arada bırakmaya yetmiş olmalı.
Sayfa 146
Çoklu Dünyalar Yorumu / Hugh Everett
“Evrensel dalga fonksiyonu gerçek, Nora. Erwin Schrödinger… Kedili adam. Kuantum fizikte bütün alternatifler olasılıkların eşzamanlı gerçekleştiğini söylemiş. Aynı anda. Aynı mekânda. Kuantum süperpoziyon. Kutudaki kedi hem canlı hem de ölü. Kutuyu açıp onu canlı ya da ölü görebilirsin, hikâye böyle ama bir bakıma, kedi kutu açıldıktan sonra bile
Sayfa 144
Reklam
Sinematograf’ın Mucitleri Lumiere Kardeşler
Lumiere kardeşlere Lyon’da kahraman gözüyle bakılır ve birçok yere onların adı verilmiştir. Sinemayı orada icat etmişler. VİKİPEDİ ALINTI “Lumière Kardeşler olarak bilinen Auguste Marie Louis Nicolas (19 Ekim 1862, Besançon, Fransa – 10 Nisan 1954, Lyon) ve Louis Jean (5 Ekim 1864, Besançon, Fransa – 6 Haziran 1948, Bandol) tarihteki ilk film yapımcıları arasındadırlar. Sinematograf cihazının patentini almış ve cihazı geliştirmişlerdir. Bu cihaz, Thomas Edison'un geliştirdiği kinematoskopun aksine, aynı anda birden fazla kişinin film izlemesine olanak tanıyordu.”
Sayfa 142
Elinden Geleni Yapan Duyarlı Bir Hayvan Gibi
Nora kendini kabullenmekte başından beri zorlanmıştı. Kendini yetersiz hissetmediği bir zamanı hatırlamıyordu. Annesiyle babası da güvensiz insanlar oldukları için, bu hissi körüklemişlerdi. Bu kez kendini bütünüyle kabullenmenin nasıl bir şey olacağını hayal etti. Yaptığı bütün hataları. Vücudundaki bütün lekelerle izleri. Ulaşamadığı bütün hayalleri ve bütün acılarını. Bastırdığı bütün arzu ve istekleri. Her şeyi kabullendiğini hayal etti. Doğayı kabullendiği gibi… Kendini doğadaki muhteşem garipliklerden biri olarak gördüğünü hayal etti. Elinden geleni yapan duyarlı bir hayvan gibi. Böyle böyle, özgür olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal etti.
Sayfa 141
Ama belki de bütün hayatlar böyleydi. Görünüşte en yoğun ve yaşamaya değer hayatları yaşayanlar bile en nihayetinde kendilerini böyle hissediyorlardı belki. Dönümler boyu hayal kırıklığı, tekdüzelik, acı ve rekabetin içinde tek tük birkaç mucize ve güzellik vardı. Belki de hayatın anlamı bundan ibaretti. Kendine tanıklık eden bir dünya gibi olmak.
Sayfa 136
Öfke İle Kol Kola Geçen Ömür
…çapraz bağ yırtılması elini kolunu bağlayıncaya kadar bir süre başarıyı tatmıştı. Sonra da beden öğretmeni olup evrene duyduğu öfkeyle içi içini yiyerek bir yaşam sürmüştü.
Sayfa 135
Evlilik Berbat ve Kaçınılmazdır?!
Hemen her zaman kavga eden annesiyle babasının yanında büyüyen Donna, sonunda evliliğin kaçınılmaz surette berbat ama kaçınılmaz bir şey olduğuna inanmıştı.
Reklam
…oyuncu olma hayalinden vazgeçip banliyöde yaşayan sıradan, alelade bir ev kadını olmayı seçerek o da kendi hayatında yaşayacağı hayal kırıklıklarına alışmaya başlamış…
Sayfa 134
Başarısızlığın DNA’larınızda yazılı olması…
Nora o yaşamda artık sıradanlığın ve hayal kırıklığının, kaderi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Nora başından beri nesiller boyu yankılanan pişmanlıkların ve yıkılmış umutların olduğu uzun bir geçmişin devamı olduğunu hissetmişti zaten. … Annesinin başarısızlık yarışında ona devrettiği görünmez bir bayrak vardı ve Nora o bayrağı uzun zamandır elinde taşıyordu. Birçok şeyi yarıda bırakmasının nedeni buydu belki. Başarısızlığın, DNA’larınızda yazılı olmasıydı.
Sayfa 133
O an hava eksi on yedi dereceydi, kutup ayısının onu yemesine ramak kalmıştı ve kök yaşamındaki sorun biraz da o yaşamdaki hareketsizlikti belki.
Sayfa 133
Doğanın bir parçası olmak yaşama isteğinin de parçası olmaktı.
Bir yerde uzun zaman kaldığınızda, dünyanın ne kadar büyük ve uçsuz bucaksız olduğunu unutuyordunuz. O enlem ve boylamların uzunluğunu algılayamıyordunuz. Kendi içimizdeki uçsuz bucaksızlığı da algılayamadığımız gibi, diye düşündü Nora. Ama uçsuz bucaksızlığı hissettiğiniz, bir şey onu ortaya çıkardığı anda umut beliriyor ve isteseniz de, istemeseniz de, kayalara yapışan likenlerin inatçılığıyla size yapışıyordu.
Sayfa 132
Nora ölmek istemiyordu. Sorun da buydu zaten. Ölümle burun burunayken yaşamak daha cazip geliyordu… … Nora şoktaydı… Ölüme yaklaşmış olmanın şoku değildi. Aslında yaşamak istediğini anlamış olmanın şokuydu.
Sayfa 130
1.298 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.