Salâhattin bey, vücudunun her tarafından kalbine doğru bir mayiin, gençleştirici, kuvvet verici bir şeyin koştuğunu hissetti. Ciğerinin en son köşesini şişirecek kadar derin bir nefes aldı ve tabiatla beraber kendisinin de canlandığını zannetti. Etrafında her şey hayata yeniden doğuyordu: Koyu yapraklarını her zaman muhafaza eden zeytinlerin gölgelediği, çamura benzeyen topraktan yer yer otlar fışkırmaya başlıyor, söğütün yapraksız ve ince dalları açık bir yeşile bürünüyor ve tek tük tomurcuklar, yakında bu ince dalları saracak yapraklardan haber veriyordu.
Kapitalizm öncesinde ekonomik hayatın güçlü bir ahlaki temeli vardı. Hayatın her bir eylemi Tanrı buyruğuna uygun olmalıydı. Ortaçağ Katolik Klisesisinin manevi yozlaşmanın nedeni ve ruhsal gelişimin engeli olarak gördüğü yedi ölümcül günah, günümüz Batı dünyasında bir anlam kaymasına uğramış görünüyor. Lewis Mumford’un yarım asır önce tespit ettiği üzere, geçmişin 7 günahı bugün 7 temel erdemdir. KİBİR artık benlik saygısı ve bireysellik adını almıştır, TAMAHKARLIK materyalizm olarak yeniden tamamlanmıştır, ÖFKE rekabetçiliği olarak yüceltilmiştir, ŞEHVET cinsellik ve cinsel çekiciliktir, HASET insiyatif alabilme halidir, TEMBELLİK eğlence, OBURLUK iyi hayat olmuştur.
Nasıl oluyor da, kitleler arasında kuşku bırakmayacak şekilde mevcut olan “halk panislamizmi”, günlük hayat ve Müslüman ülkelerin siyasetine önemli etki yapamıyor? Neden o sadece duygu olarak kalmakta ve ortak kaderin hakiki şuuru haline yükselmemektedir? Filistin, Kırım, Doğu Türkistan, Keşmir veya Etiyopya’daki müslümanların felaketi (trajedisi) hakkındaki haberler her yerde ortak kınama ve üzüntüye sebep oldukları halde, aynı zamanda eylemin eksik kalması veya yapılsa dahi, eylemin duygularla orantısız bir şekilde gerçekleşmesini nasıl açıklamalı?