Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.7
Eda Doğan Karabulut
Eda Doğan Karabulut
@Eduska
30 Mayıs
113 okur puanı
Mayıs 2020 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitaplar
Okuma Hedefleri
Bir çocuğun biyolojik olarak değişimini anlatan bir kitap olarak başladı , keşke masumca bunu anlatsaydı . Fakat yazar vermek istediği mesajın dozunu kaçırınca , bende bazı şeyleri normalleştirmeye , masumlaştırmaya çalışıyor hissi yarattı ve ben böyle hislerden hoşlanmam
Dil , üslup derseniz çok akıcı . Su gibi akıyor zaten . Ama su gibi akıyormuş diyede öneremem. Çünkü bu konuda ben belli bir yere kadar saygı duyarım , ondan sonrası bana göre sapıtmışlık . Yazarı bir daha okumam demiyorum, tekrar şans vereceğim.
Nazi dönemi Yahudilere yaşatılan olayları hep okuduk ve izledik, bu kitap ise tam tersi o dönemde Almanların yaşadıkları , özellikle muhalif ve savaş karşıtı iseler.
Nazi Almanyası’nda geçen Kitap hırsızı , o yıllar hakkında yazdığı kitabı elinde bulunduran , “ Ölüm “ ün anlattığı , Liesel’in hikayesi. Yani hem Liesel hem Ölüm kitap hırsızı. İlk başta anlatıcının ölüm olması oldukça korkutucu gelmişti . Fakat kitabın Ölüm aracılığı ile okuyucuya anlatılması müthiş bir fikir .
Liesel ( kitap hırsızı ) evlatlık alınan bir çocuk , 9 yaşında ilk kez Ölüm ile tanışıyor . Hikaye Liesel’in yeni evini , ailesini , yeni arkadaşlıklarını , yaşadıkları yerde gelişen olayları, ölümün soğuk olduğunu ve ayrım yapmadığını anlatıyor. Tüm karakterlerin hepsi harika . En başta sevmediğiniz kişileri bile bir yerde sevmeye başlıyorsunuz . Ben kitabın baş karakterine sempati duyduğum zaman kitabı daha çok özümsüyorum. Sonu ise bence çok etkileyiciydi . İnsan olduğumuzu hatırlatıyoruz, duygusallaşıyoruz ve kalbimiz kırılıyor.
Kitap tam bir genç yetişkin kitabı . Oldukça akıcı ve hızlı okunan bir kitap. Kitabı okuyan herkesin seveceğini düşünüyorum . Ama mutlu sonları seviyorsanız bu kitap size göre değil.
Kitap 2 karakter üzerinden ilerliyor biri Fransız kızı Marie Laure ( kör ) , diğer Alman bir çocuk olan Werner Pfenning ( yetim ). İkisinin ortak noktası ise 2. Dünya savaşı.
Kitapta hem Marie hem de Werner oldukça sempatik karakterler . Ben ikisini de çok sevdim , fakat bağlanamadım.
Romana gelirsek , yapısı ve temposu beni yordu. Çok hızlı başladı ama ilk 100 sayfadan sonra inanılmaz bir durağanlık oldu son 100 sayfa yine hareketlendi . Zaman dilimleri arasında ki geçişlerde biraz kafa karıştırdı . Onun dışında kitabın sonuna geldiğimiz de hem baş karakterlerin, hem de bazı olayların çok pasif kaldığınını düşünüyorum .Ama kitap kötü mü değil, yazarın üslubunun güzelliği olmasa çok zor biterdi fakat kitap gayet hızlı okunuyor .
Her şeye rağmen kesinlikle bir Pulitzer kalitesinde olmadığını düşünüyorum . Genç kesime belki daha çok hitap edebilir. Yani 5 üzerinden 3 yıldızlık bir kitap
Okur Takip Önerileri
Kitap konu olarak bilindik bir pembe dizi kıvamında. Ama bu kitabın analizini doğru yapabilmek için , bence 19. Yy aile , evlilik ilişkilerini, kadın-erkek rollerini kapsamlı olarak bilmek gerekir diye düşünüyorum . Ve ben bu donanımda bir okuyucu değilim galiba , zira bir çok olayı mantığım almadı . Zaten inanılmaz melodramatik bir kitap ve ben bu kadar romantizme gerçekten dayanamıyorum
Kitabın sonunda üzüldüğüm tek kişi de Charlotte oldu. Bunun dışında bana göre kitabın en güzel ve hatta tek güzel tarafı altı çizilecek şahane cümlelerin olmasıydı.
Sovyet dönemi yazarlarından olan Bulgakov ‘un Usta ve Margarita’sı fantastik hiciv ile harmanlanmış güçlü duyguların kitabı bana kalırsa .
Zaten Fantastik ve gündelik ögelerin karışımı tam bir Bulgakov manifestosu. Gerçek ile fantastik arasında muhteşem bir akış var. Eğer bir Latin Amerika romanı olsa kesinlikle büyülü gerçeklik derdik.
Kitap ise 1930’larda Stalin rejimi döneminde Rusya’da hayatın bir hicivi. Ve herkesin dediği gibi Goethe’nin Faust romanından etkilenmiş.
Kitap üç kısımdan oluşuyor diyebilirim . Biri Moskova’yı ziyaret eden şeytan ve ekibi, aslında insanların kötülük yapması için şeytana hiçte ihtiyaçları olmadığını gösteriyor . Diğeri Ustanın romanında da bahsettiği Pontius Pilatus - Kudüs. Burada da Ha- Nostri’ nin yargılanması yani Hz. İsa ‘nın hikayesi . En sonda Usta ve Margarita.
Ben çok severek okudum , bir çok yorumda zor , karakter fazla gibi cümlelere denk gelsem de bana göre son derece akıcı , anlaşılır bir kitaptı. Tabi biraz incil, mitoloji ve dönemin Rusya siyasi yapısını bilmek lazım daha anlaşılır olması açısından.
Margaritayı asla unutmayacağım , onun çiçeklerini , onun gökyüzünde uçuşlarını unutmayacağım.
Ve son olarak , gerçek aşk iyi ve kötünün birleşimi ile doğabilirmiş:)
İlk olarak okumak isteyenlerin bilmesi gereken en önemli şey anlatıcımız hayatı boyunca oral dönemi tamamlayamamış ve sürekli meme emmek isteyen bir karakter (40lı yaşlarında bile). Bu bir süre sonra cidden memeden tiksindiriyor, buna hazır olun . İkincisi ise kitabın yanına bir kalem kağıt alıyorsunuz ve tüm karakterleri yazıyorsunuz , yoksa asla
Sizce bir hayat ne kadar değersiz olabilir ? İşte bu kitapta onu görüyorsunuz. Annesi ve babası tarafından doğar doğmaz çöplüğe bırakılan minicik bir bebek ve 16 yaşına kadar ona yaşatılan insanlık dışı bir olay örgüsü.
Kitabın arka kapağında bahsedilen 4 arkadaşın dostluk hikayesi olarak düşünmeyin asla,çok daha fazlası. Fiziksel şiddet, psikolojik şiddet,dünyanın önüne geçemediği çocuk istismarı , pedofili ve lgbt ,dolayısıyla kitabı +20 olarak değerlendiriyorum.
Çıktığı dönemde çok ses getiren ,bir çok edebiyatçının yorumladığı, kiminin beğendiği kiminin beğenmediği bir kitap olsa da, ben haddim olmayarak edebi yönü zayıf olan bir kitap olduğunu düşünüyorum .Kitabın ortalarında geçen bir bölüm beni çok sıktı ,çünkü ilişkilerin %80’i eşcinsellik üzerine. Tabi okuduğunuz zaman küçük bir çocuğun senelerce istismara maruz kalmasından dolayı kabulleniyorsunuz az çok,çünkü onun geleceğini nasıl etkilediğini görüyorsunuz fakat bu kadar uzatmaya ve mükerrer bir hale getirmeye bana kalırsa gerek yoktu. Onun dışında muhteşem bir 860 sayfa sizi bekliyor. Çok üzüldüm , bazı geceler uykum kaçtı ,artık yeter dediğim anlar oldu . Dostluğu gördüm ,fedakarlığı gördüm, anne baba olmanın sadece doğurmak olmadığını gördüm bu kitapta.
Kitabı okurken yazarın bunları nasıl birleştirip yazdığını merak ettim ,umuyorum ki bir hayal ürünüdür , umuyorum ki bu gerçek bir insanın hayat öyküsü değildir.
Dilerim Allah’tan tüm çocukları,kadınları ve hayvanları insanlardan korusun , ve tüm çocuklar hak ettikleri şekilde dünyanın güzelliklerine maruz kalarak büyüsünler.
Parçalanan şahane bir rüya, kaybeden yıldız bir kahraman…
1945 yılında Newark’ta okuduğu lisenin yıldız sporcusu ve en popüler çocuğu olan Seymour Levov yani Sarıkafa. Başarılı Yahudi bir babanın oğlu. Büyük eldiven fabrikasının veliahtı. Güzellik kraliçesi bir eş ,sevimli bir kız çocuğu ve pastoral bir kasabada mükemmel bir ev. Fakat Sarıkafa’nın mükemmel sandığı o ailede , 16 yaşında tamamen raydan çıkmış olan sevgili kızı Merry.
Kitap 60’ların sonu 70’lerin başındaki Amerika’nın sosyal ve siyasi çalkantılarını anlatıyor. Vietnam savaşı, bombalamalar, isyanlar ,ırkçılık , aile-çocuk ilişkileri ile dolu gerçekçi ve katmanlı bir roman. Kısaca Amerikan rüyasının görünmeyen tarafı. Philiph Roth gerçekten çok güzel bir dille anlatmış bunu. Karakterlerin travmalarını işleyişi harikaydı. Bunun yanı sıra kitapta gidiş – gelişler vardı o yüzden yer yer zahmetli olabilir.
Kesinlikle Pulitzer’e layık bir kitap .Amerikan edebiyatının en iyilerinden diyebilirim. Ayrıca grup okumasına da çok uygun. Çok güzel yorumlar ve tartışmalar yapılabilir üzerine .
Uzun soluklu bir okuma olan 2666 ,tabiri caizse efsane bitti. Çok korktuğum bir kitaptı ama asla korktuğum gibi olmadı, ziyadesiyle akıcı bir kitaptı o yüzden siz okumayı düşünüyor iseniz hiç korkmayın.
Kitap 5 novelladan oluşuyor , bölümlerin birbiri ile bağlantısı yok, son 5. Bölümde kısmen taşlar yerine oturuyor. Dolayısı ile bazı bölümlerde ‘’ eeee bu kadar mı?’’ dediğim anlar oldu. Santa Terasa merkezli olan kitapta aslında her şey var. Savaş, uyuşturucu, rüyalar, kadın cinayetler, katiller, gazetecilik,aşk ,edebiyat, yazarlar … Şahane bir kurgu kısaca…
Dördüncü bölüm olan Suçlar bölümü kitabın en sarsıcı bölümüydü, artık yeter ne gerek vardı hepsini yazmaya diyorsunuz. Fakat tüm yaşananların gerçek olması sizi paralize etmeye yetiyor. Bolaño ile ilk tanışmamdı ama , boşuna 21. Yy en büyük romancısı demiyorlarmış.
Okuyacaklara en büyük tavsiyem , karakterleri not almaları. Çünkü hem çok karakter var hem de ,ileri ki bölümde bahsedildiğinde bu kimdi demeyin . Ben en baştan not aldığım için hiç karakter fazlalığı sorunu yaşamadım. Ayrıca bu kitapla birlikte zaten merakım olan İspanyolcaya daha da merak saldım . Orijinal dilinden okumak şahane olur
Yazarla tanışma kitabımdı ve son olmayacak. Kölelik ve ırkçılığın rahatsız edici şekilde anlatıldığı bir kitap. Çünkü gerçek…Acının anlatıldığı ve Toni Morrison’a Pulitzer Ödülü’nü kazandıran Sevilen…
Zulüm ve evladı arasında kalan bir annenin yaptığı acı tercih. Vicdanın asla rahat bırakmadığı büyülü bir hikaye. Çok dikkali okunması gereken son derece başarılı ve zor bir kitap.
Irkçılık üzerine yazılan bana göre en iyi kitap. Bir dönem insanlar gerçekten çok acı çekmiş ,empati yaptığım zaman hiç hoş şeyler hissedemiyorum. Rengi,dili,dini ve ırkı ne olursa olsun her insan aynı derecede değerlidir.
Fazla popüler olmayan Pulitzer ödüllü bir kitap Yetimlerin Efendisinin Oğlu. Kim Jong İl diktatörlüğünün acımasız ve insanlık dışı gerçeğiyle yüz yüze getirdi beni. Yazar, gerçek araştırmalara dayanan kurgusal bir anlatımla gözlerimi Kuzey Kore kültürüne açmama sebep oldu.Hikaye boyunca haberleri insanlara duyurmak için bir hoparlör kullanıldı. (1984 kitabı gibi) Kitabın kahramanı olan Pak Jun Do gibi seçilmiş kahramanları işkenceye dayanıklı,acımasız suikastci olarak yetiştirdi. Tabi hikayede ironik mizahlarla beraber ,mükemmel Amerika propagandası da vardı :)
Kısaca Kore’yi distopik bir şekilde anlatmış yazar. Orwell’in 1984 kitabını sevenler bence çok sevecektir,çünkü oldukça cesur bir hikaye.Evet okunması çok kolay bir kitap değil ama zor da değil.Son olarak filmlere konu olabilecek efsane bir senaryo olur bu kitaptan.
Sabır isteyen ,ardında derin anlamlar taşıyan ,bütün dikkatinizi vererek okumanız ve okurken araştırmanız gereken, yer yer psikolojinizi bozan bir kitap Teneke Trampet. Kitapta büyülü gerçeklik var, pikaresk roman türünde kısmen ve son derece anti-sevimli bir başkahramanı var. Bir ampul ışığında doğup, 3 yaşında bilinçli olarak büyümesini durduran ve doğum günü hediyesi olarak ,ailesinden teneke trampet alan sevimsiz Oskar’ın hikayesi… Sonrası mı ? Kim olduğu bilinmeyen babalar, çığlık ile camları parçalama, günahkar bir anne, vanilya kokusu, gazoz tozları,at kafası, gençlik çeteleri, batıya göç, savaş, 4 etekli büyükanne, büyümeye karar verme, trampeti gömme, nü modellik, taş ustalığı,tiyatro,cinsellik,para kazanma, trampete geri dönüş…
Bazı kitaplar vardır yazarı çok iyi tanımanız gerekir , yoksa kitabın için de kaybolur çıkamazsınız. Teneke Trampette tam bu segmentte bir kitap. Kitabı okumadan önce yazarı araştırın, Polonya’yı ve 2.dünya savaşını biraz öğrenin,kilise ve incil’i şöyle biraz gözden geçirin , bu şekilde kitabı kısmen dengede tutabilirsiniz. Bu kitabı herkese tavsiye etmiyorum,çünkü bu kitap herkesin harcı değil, kendine güvenen okusun ama. Okurum ,anlarım ve sabrederim diyen için şahane bir edebi doyum olur. Ben iyi ki okudum .
3 kısa öyküden oluşan ortalama bir Zweig kitabıydı. Dostoyevski’den sonra psikolojik tahlillerini en beğendiğim yazarlardandır. 3 öyküde toplumdan dışlanan ve soyutlanan insanları ele alıyor. İlk öykü Lyon’da düğün ve 3. Öykü olan wondrak güzeldi fakat , 2. Öykü İki yalnız insan ‘ı pek beğenmedim açıkçası. Öykülerin içeriğine girmiyorum zaten kısacıklar.Sonuç olarak hepsi acıklı sonlarla bitiyor 50 sayfalık incecik bir kitap zaten. Bence okumalısınız.
Çocukluğumuzun en meşhur hikayelerinden biriydi Pinokyo ve ben onu sadece yalan söylediği zaman burnunun uzamasından ibaret sanıyordum , ne kadar yanılmışım . 30 yaşımda gerçek Pinokyo ile tanıştığım için mutluyum
Sadece bir çocuk kitabı olarak ele almamak lazım Pinokyo ‘yu , çünkü insan her yaşta hata yapabilir . Pinokyo bize doğru arkadaş seçiminin önemini , çalışmayı ,çalışmadan bir şey kazanılamayacağını , bazen insanların tecrübelerinden faydalanmak gerektiğini ve iyi bir insan olmayı öğütlüyor. Tabi kitapta bunları öğütlerken beni çileden çıkardığı anlarda olmadı değil , ya Pinokyo yapma işte artık deyip ,kendi kendime konuştum adeta
Ben çokkk çok sevdim Hem büyükler , hem küçükler okumalı bence . Hepimiz zaman zaman Pinokyo olmuşuzdur çünkü hayatımızda.
Klasik bir Ahmet Mithat romanı okurken çok keyif aldığım bir öyküydü, biliyorsunuz ki Türk klasiklerini çok seviyorum ,basit konular ama altında yatan derin anlamlar ve eleştiriler.
Soylu bir ailenin oğlunun bir çingene kızına aşık olması ile başlıyor bu hikaye de İnsanları insan olduğu için sevmek lazım, ama bizler inanılmaz önyargılıyız, kalbimiz ile insanın özüne bakmayı bir öğrensek ... bu kitap neredeyse bir asır önce yazılmış fakat insanlar hala aynılar...işte bu konuda güzel mesajlar veren bir kıssadan hisse gibi düşünün bu kitabı ve okuyun
Çok sevdiğim Türk klasiklerinde maalesef sıkıldığım bir kitap oldu bu. Çok sade bir dili ve akıcı bir kitap olmasına rağmen , konuya girmekte biraz zorlandım . Kitaba başlar başlamaz mahallenin kadınlarının dedikoduları ve gıybetleri başlıyor , aslında bu anlamda mükemmel bir gözlem yapmış yazar , bu dialogları bizim kadınlar mükemmel yapıyor
Olay zaten kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağı söylentisi üzerine bu işe ilgi duyan İrfan beyin evinde bu konu ile ilgili toplantılar yapması ile başlıyor . Uzun uzay ve fizik muhabbetleri dönüyor ( bu kısım sıkıldığım kısım oldu) , ardından Yeşilçam’a bağladı konuyu
Tabi ki klasiklerimizi çok seviyorum ve hepsini okumaya çalışacağım , bu kitapta önemli bir kitap olarak okunması gerekenlerden. Elbette beklenti çok yüksek olmadan
Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaçHüseyin Rahmi Gürpınar · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202117,4bin okunma
Açıkçası ne yazsam bilmiyorum . Keşke savaşlar olmasa, keşke çocuklar ölmese. Kitabın kapağını kapattığım an boğazımda o düğümü hissetim ve bir kaç dakika olduğum yerde kaldım .
13 yaşında yazmaya başladığı 2 senelik bir günlük ve 15 yaşına geldiği son sayfalarında yazdıkları ise muazzam. Günlük ilerledikçe Anne’nin nasıl olgunlaştığı , nasıl büyüdüğü o kadar belli oluyor ki. Her daim kendini geliştirmek isteyen birini görüyoruz .Yaşasa hayallerinde ki gibi güzel bir yazar olurdu eminim .
Dönemin koşulları gerçekten zor ve insanlık dışı. Dört duvar arasında geçirdiği 2 sene , her gün ölümle yüzleşme korkusu... ve asla kaybetmediği umudu, bir çocuk bunları yaşamamalı.
Kitabı okuduktan sonra , belki bir nebze olsun 4 Ağustos 1944 sabahı o askerlerin ellerinde silahlarla ,Anne ve sevdiklerinin önünde dikildiği an hissettiklerini hissedebilirsiniz.
ve Anne senin hatıra defterini okumuş biri olarak kalbime nasıl değdin , sana nasıl hayran kaldım bir bilsen...keşke bunları yaşamak zorunda kalmasaydın.
Bu kitabı neden ve nasıl aldım hiç bir fikrim yok kitaba dair çok fazla yorum ve bilgide yok. Sepetime nasıl girdi bilmiyorum. Neyse velhasıl kelam kitabı okudum. Zaten ince bir kitap , çok korktum ama keyif alarak okudum , şanslıyım 3 adet hikaye var için de ve ortak nokta New York’ta yaşayan insanları konu alması. İlk hikaye savaş zamanını anlatıyor biraz üzücü tabi.
İkinci hikaye ise benim hem çok etkilendiğim hem de çok sevdiğim bir hikaye oldu. Zengin bir ailenin oğlunu anlatıyor. Üçüncü hikaye ise 11 Eylül dönemini. Dan adında birinin psikiyatr ile arasında ki diyalog. Buda fena değildi .
Yanlışlıkla aldım ama severek okudum , okunur yani
Lise edebiyatında öğrendiğiniz batılı tarzda ilk roman vardı ya , işte bu o kitap
O kadar güzel başladı ve o kadar trajik bitti ki bir solukta okuyacağınız , film gibi bir kitap. Bu kadar etkileneceğimi tahmin etmiyordum açıkçası. Eski dönem aşkları ne de güzel , ne de masum
Okuyun kesinlikle , bu kitabı sadece edebiyat dersinde batılı anlamda yazılan ilk kitap olarak bilmeyin. Kitapla kalın
Su gibi akan, güzel betimlemelere sahip, tek solukta okunabilecek bir kitap. Ölmek üzere olan hasta bir anne Ve yaşlı bir babanın kızı olan Chiyo^nun ablası ile birlikte satılışının öyküsü .
Acı dolu bir hayat, yaşanamayan çocukluk, ilk kez tanıştığım bir Japon kültürü, kadının mal gibi satıldığı bir pazar . Aslında geyşalık ile alakalı bir çok şeyi yanlış biliyormuşum Ve gerçekten geyşalık çok acımasız bir kültür .
Kadın olarak yıpranmak her dinde, her kültürde , her gelenekte var sanırım. Bence kadın olmak dünyanın her yerinde ziyadesiyle zor.
Hem eğlendirici hem de bilgilendirici , ders niteliğinde gerçekleri yüzümüze vuran bir kitap . Tam bir sokak edebiyatı . İki Rum’un şiveli konuşmalarına ise bayıldım
Kitabın adından da belli olduğu gibi karakterimiz Enveri efendi büyü, tılsım ve fal ile uğraşan biri. Hayatını tamamen batıl inançları şekillendiriyor tabi böyle insanları kandırmakta kolay oluyor . Maalesef insanoğlu değişmeyen bir döngü farkında mıyız ? Efsuncu baba gibiler günümüz de hala epeyce var.
Her kitabı ile bizi düşünmeye sevk eden,psiko-analizler yapmamızı sağlayan bir yazardır Zweig.
Gurur ,pişmanlık ve ardından gelen cinnet ile bir doktorun hayatının dönüm noktasını anlatıyor kitap. Yine saplantılı duyguların getirdiği hazin son.
Bence Zweig’in bazı kitaplarına göre bir tık aşağıda kalan bir kitap. Belki konusu itibari ile bana öyle gelmişte olabilir. 1 saatçiğiniz varsa buyurun bir keyif yapın derim ama.
Kitap yahudi joe kavalıer ve Amerikalı Sam clay isimli iki kuzenin çizgi roman yazma istekleriyle başlayan bir serüveni anlatıyor. Tabi çizgi roman denince inanılmaz eğlenceli bir hayat düşünmeyin . Sihirbazlardan etkilenen bir roman bu İçinde illüzyonistlik, kaçış ustalığı gibi şeyler var. Kitabın en sevdiğim yeri joe ve sam ‘in yeni bir çizgi kahraman bulmaya çalıştıkları yerlerdi
Kitabın ilk yarısı bana göre çok zordu , sürekli zaman geçişleri vardı, fazlasıyla karakter yoğunluğu ve anlatılan gerçek mi hayal mi kestirmek güçtü , okuyamayacağımı düşündüğüm anlar oldu fakat yarısından sonra taşlar oturdu ve çok güzel bir hale geldi
Hoşçakalın K&C kuzenler , iyi ki hayatımdan geçtiniz
Kitap 1969'da Toole'un egzoz gazı ile kendi yaşamına son vermesinden 11 yıl sonra annesinin uğraşları sonucu yayınlanıyor. Ardından da ölümünden sonra Pulitzer ödülü kazanan ilk yazar oluyor.
Kitap adından anlaşılacağı gibi bir grup alıktan oluşuyor. Baş karakter İgnatius ,oldukça itici,kaba saba,obur,sahtekar, işsiz,her yerde olay çıkaran, sosyopat bir tip. Tüm karakterler çok garip zaten,film izler gibi okuduğumu söyleyebilirim. Tuhaf bir kitaptı, trajikomik diyelim.Aynı anda hem iğrenip hem gülebiliyorsunuz.
Yazarın kitabı yazarken kendi hayatından ilham aldığını düşünüyorum.
Şu satırlar da geleceğe gönderme niteliğinde: “Az kalsın notlarımı, karalamalarımı unutuyordum. Annemin eline asla geçmemeli. Onlardan bir servet kazanabilir. İşte buna çok gülerim.” Sonuçta annesinin eline geçiyor ve sonunda yayınlanıyor.
‘’Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap ‘’ arasında ayrıca kitap, ama mutlaka okumalısınız diyeceğim bir kitap değil.
Kitap Alman gemi mühendisi Hans Cartop’un, kuzeni Joachim’i İsviçre’de ki sanatoryumda ziyaret etmesi ile başlıyor. Hastalık,aşk,siyaset ,eşsiz görüşler,felsefe,müzik,zaman,anatomi ,içsel yolculuk ne ararsanız var.
Okuyucuyu fazlasıyla yoran ve ağır ilerleyen bir kitap. Tavsiyem asla yazarla tanışma kitabınız olmasın. Fakat bu kitap Mann’in roman sanatını ince ince işlediği bir kitap.12 senesini vererek yazdığı bir kitabı eleştirmek haddim değil. Ama o ‘’Anatomi’’ bölümüne gerçekten gerek var mıydı ?
Ben 2.cildi 1.cilde göre daha severek okudum ,eğer kitabı grup okuması ile okumasaydım asla bitiremezdim,dolayısıyla grup okumasına çok uygun olduğunu düşünüyorum ,fakat yavaş okunması gereken bir kitap anlamak ve sindirmek için. Zor ve ağır kitap okumayı sevenler okusun ,dolayısıyla okumalısınız diyeceğim bir kitap değil.
Son olarak çeviri gerçekten çok güzeldi ama ,kitapta geçen Fransızca cümlelerin altta Türkçe açıklaması olmasını isterdim.
Başta Hüseyin Rahmi’yi çok sevdiğimi belirtmek isterim . Mizahi kalemiyle nokta atışı tespitler yapar ayrıca bu kitap bir tiyatro oyunu
.
Büyük bir konakta yaşayan yaşlı Refi beyin genç bir hanım ile evlenmesi üzerine maceralar başlıyor . Gerçekten kendimi tiyatro izler gibi hissettim , son derece akıcı bir çırpıda okunup bitiyor. Hep diyorum klasiklerimizi okuyun lütfen
.
Çeviri ise gerçekten muazzam , hiç anlaşılmayan bir yer yok. Mehmet Kanar’a teşekkür ederim .
