Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Cansu Ayman

...çünkü insanlar ne söylemeleri gerektiğini bilmiyorlar, sadece bir şey söylemek gerektiğini düşünüyorlar.
Reklam
Bodin, konuyu daha da ileri götürerek bu yalın varlıkların, cinlerin, ruhların, meleklerin, iblislerin ve ölmüş insanların ruhlarının eğer cismani ise (ki kendisi bunu onaylar) ve bir şekli varsa ay ve güneş gibi kesinlikle daire şeklinde olduğunu, çünkü bu şeklin en mükemmel biçim olduğunu öne sürer -kenarı, köşesi, çarpıklığı, çıkıntısı olmayan en mükemmel şekildir.
Sayfa 196Kitabı okudu
Nietzsche özünde şunu söylemektedir: Yapmaya ve başarmaya can attığımız şeyler (olmayı umabileceğimiz türden bir insana dönüşmek) aslında ulaşılabilir mesafededir. Ama bu hedeflerin her birine giden yolun şöyle bir zorluğu vardır: Acı, hayal kırıklığı, kıskançlık ve hüsran dolu, insanın kendine kızdığı bir yoldur bu. Nietzsche iyi şeylerin hep böyle acılardan doğduğunu söyler. İyi şeyler, kendiliğinden geliveren şansın eseri değildir. Hayranlık duyduğumuz şeye (başarılı bir insan) dışarıdan bakarsak, yalnızca sonucu görürüz. Genellikle onun evrimsel geçmişini yakından inceleme fırsatı bulamayız. Istırap, korku, güvensizlik dolu gecelerini görmeyiz. Oysa böyle bir içgörü, tuhaf bir şekilde yüreklendiricidir. Acı çekmenin kendimizin en iyi versiyonu olmakta çuvalladığımızın göstergesi değil, tam tersine olmak istediğimiz -ve olmamız gereken- kişiye dönüşme sürecinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu görmemize yardım eder.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Cansu Ayman tekrar paylaştı.
Ad, aşıkları birbirine yaklaştıran bir köprüdür. Ama o, aynı zamanda onları ayıran uçurumdur da. Ad, yalnızca ötekini göstermez, aynı zamanda tüm birleşme, bir olma çabalarına karşın, öteki olarak kaldığının sembolüdür. Aşıkların, bireyselliğin engellerini aşmak karşısındaki güçsüzlüklerinden ötürü çektikleri acıyı ve imkansızlığı simgeleştirir. Bir olmayı çok isterler, ama iki kişi olarak kalırlar. En samimi birleşmede bile ayrıdırlar. Ayrılık düşüncesi onları ürpertir; ama birlikte midirler, aşk bir olma mucizesini gerçekleştirmiş midir?
Cansu Ayman tekrar paylaştı.
Birçok kadın Mavisakal masalını harfi harfine yaşamıştır. Henüz yok ediciler konusunda safdilken evlenen bu kadınlar, hayatlarına yıkım getiren birini seçerler. Bu kişiyi, sevgiyle "iyileştirme"ye kararlıdırlar. Bir şekilde "evcilik oynar"lar. Vakitlerinin büyük bir kısmını, "Sakalı aslında o kadar da mavi değil" diyerek geçirdikleri söylenebilir.
Reklam
Cansu Ayman tekrar paylaştı.
Psikanaliz kötülüğü daima insanın içindeki bir oluşuma dönüştürmekte, böylece teodise problemini çözmektedir. Freud'a göre kötülüğün somutlaşmış biçimleri artık mevcut değildir, çünkü görünür olduğu biçimler ruhsal aygıtın unsurları haline gelmiştir: Kötülük libido ve ölüm dürtüsünün, yeniden üretim ve tüketimin çeşitli şekillerinden oluşan, sansüre kurban gitmiş bir arzulama kuvveti olarak bilinir.
Cansu Ayman tekrar paylaştı.
Tarihte önemli kadın yok demek ki kadınlar yetersiz diyen erkekler o sırada...
Kadınlar, çevrenin taleplerine başarıyla uyum sağlamak için gerekli olan bedensel ve zihinsel fonksiyonlar açısından erkeklerden daha aşağı görüldü. Sonuç cinsiyetler arasında işlevsel bir eşitsizliğin olduğu fikrinin yaygın olarak kabul görmesi oldu. Daha popüler bir başka teoride yüksek eğitim gören kadınların fiziksel ve duygusal zarar
Sayfa 275Kitabı okudu
Cansu Ayman tekrar paylaştı.
Bir savaş gemisinin pahası 300.000 litre ederdi, batmasıysa beş dakika sürmezdi...
Cansu Ayman tekrar paylaştı.
...bağımlılıklarımız birer hastalık değildir. Hayatımızı ezbere yaşamanın varabileceği son noktalardır. Bir nevi önümüzdeki ihtimaller denizini, özgürlüğümüzü reddedip, hayata sırt dönmemizdir. Hayatta olmanın beraberinde getirdiği özgürlüğü ve onun baş dönmesini, kaygısını yok etme çabasıdır. Kişinin varoluşunu tekdüzeleştirme denemesidir. ... Varoluşçu bakış açısına göre, hayatta kurduğumuz bağlardan birini hayatımızın merkezi haline getirdiğimizde bağımlılıktan bahsetmemiz mümkün olabilir. Seçtiğimiz o tek bağ bazen hayatımızı öyle bir kaplar ki, başka hiçbir şey düşünecek, hiçbir şeyle ilgilenecek alanımız kalmaz ve bu bize çok iyi gelir. Bazen de bu güçlü bağ, bağımlılık haline gelmiş bağ, sistematik olarak uzak durmak, sahip çıkmak istemediklerimizi kapalı kapılar ardında tutmak anlamına gelir. Ancak en önemlisi şudur: bağımlılıkla beraber hayatlarımız hiç olmadığı kadar kesin bir hale gelir; bir şeyin peşinden koşmak, ona ulaşmak için her şeyi yapmak, rahatlamak ve içinden çıkana kadar bu döngüyü tekrar etmek. Bilinmezlik ve belirsizlik, kötü de olsa, hapsedici de olsa artık bilinir hale gelir.
Din, seçim ve uyum sağlama oyununu kısıtlar, çünkü herkese kendi mutluluk edinme ve acıdan korunma yolunu dayatır. Tekniği, yaşamın değerini düşürmek ve gerçek dünyanın tasarımını sanrılı bir biçimde çarpıtmaktır; bunun da ön koşulu zekanın sindirilmesidir. Bu bedel sayesinde, ruhsal bir çocuksuluğu zorla sabitleştirme ve kitlesel bir sanrıya dahil etme yoluyla, din pek çok insanı bireysel nevrozdan uzak tutmayı başarır. Ama bundan daha fazlasını da pek başaramaz. Söylemiş olduğumuz gibi, insanları mutluluğa götürebilecek pek çok yol vardır, ama insanı mutluluğa götüreceği kesin olan hiçbir yol yoktur. Din bile vaadini yerine getiremez. Mümin "takdiri ilahi"den bahsetmek zorunda kaldığında, acı karşısında kendisine son avuntu olanağı ve haz kaynağı olarak yalnızca koşulsuz boyun eğmenin kalmış olduğunu itiraf etmiş olur.
Reklam
Başlıca ölümü yadsıma biçimlerimizden biri, kişisel "özel oluş"a, biyolojik zorunluluklardan muaf olduğumuza ve hayatın bize karşı başkalarına olduğu gibi sert davranmayacağına dair inancımızdır.
Mary Wollstonecraft sürekli okuyor, filozoflarla, yazarlarla mektuplaşıyordu. 1700'lü yıllarda, demokrasiyle ilgili yeni fikirler gelişiyordu; her insanın eşit değerde olduğu, zengin ve güçlü olup olmadıklarına bakılmaksızın herkesin ülkesiyle ilgili kararlar verme hakkına sahip bulunduğu düşüncesi yayılıyordu. Fanny'nin hastalanıp ölmesinden sonra Mary grubun faaliyetlerine son vererek Londra'ya taşındı. Burada kitap yazmaya başladı. İlk kitabının adı Kız Çocuklarının Eğitimi Hakkında Düşünceler'dir. İki kızı oldu. Birinci kızının adının Fanny koydu. İkinci kızının doğumu sırasında hayatını kaybetti. O dönemde kadınların doğum sırasında ya da lohusalık dönemlerinde hayatlarını kaybetmeleri çok yaygındı. İkinci kızına onun adını verdiler, Mary. Mary Wollstonecraft Shelley de annesi gibi yazar oldu. Kaleme aldığı en ünlü eserinin adı Frankenstein'dır.
Oy! Nedir bu sahte, yalan gülüşler! Niçin gizliyorsun acını bizden? Büyülü gülüşünle olduğu kadar Acınla, hüznünle de güzelsin sen.
96 syf.
·
Puan vermedi
·
24 günde okudu
Şerefli Hırsız
Şerefli HırsızFyodor Dostoyevski
7.8/10 · 2.975 okunma
Eco son çalışmalarında, çağdaş eleştirel düşüncenin önde gelen çizgilerinden bazılarının -özellikle Derrida'dan esinlenmiş olup, kendi "yapıçözüm" olarak adlandıran ve öncelikle Paul de Man ile J. Hillis Miller'in yapıtlarıyla bağlantılandırılan Amerikan eleştirisi üslubunun- okura sınırsız, denetlenmesi olanaksız bir "okumalar" sağanağı yetkisi vermesi olarak gördüğü tarzından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Eco'nun bu kitaptaki konferansları, "sınırsız semiosis" fikrinin yanlış temellük edilişi olarak gördüğü anlayışa karşı bu protestoyu geliştirerek, kabul edilebilir yorumlar yelpazesini sınırlamanın, dolayısıyla bazı okumaları "aşırı yorum" olarak belirlemenin yollarını araştırmaktadır. (Giriş: Stefan Collini)
3.627 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.