İki tip insan vardır: biri topluma ayak uyduran ve onun bir parçası olan insan, diğeri toplumla uzlaşamayıp kenarda kalan insan. Dışarıdan bakıldığında toplumun parçası olan insan sosyal, neşesi yerinde ve güzel bir hayatı var gibi görünüyor. Diger taraf ise hep eksik kalmış gibi gözüküyor. Toplum cesur, digeri korkak.
Toplum, milyonlar sırf milyon adet oldukları için güçlü, daha haklı, kendinden emin ve daha cesur görünüyor. Amma aslında onlar kendi içlerinde çok ürkekler. Onların "ben aslında kimim" diyecek kadar bile cesaretleri yok aslında. Kendileri ile yüzleşmekten korkuyorlar. Ve yine daha önceki iletimdeki mevzu gibi kendi hayallerinin peşinden değil, "fedakarlık" maskesi altında milyonların peşinden gidip kendilerine olan sevgilerini burdan beslemeye çalışıyorlar.
Dikkat etsek görürüz ki, kendi fikirleri, kendi hayalleri olan insanların fikirlerini empoze ederek yanına insan çekmek gibi bir derdi yok. Bütün odakları kendi hayatlarında. Ama milyonların her zaman milyard olmak gibi bir derdi oluyor maalesef. Çünki güçlerini sayılarından alan bir topluluk onlar. Ve her yeni üye daha çok güç, doğru tarafda olması ile ilgili tatmin, sevgi ve saygı artışını getiriyor.
Toplumun bir parçası olmak kötü bir şey değil tabiki de. Ama yeter ki gerçekten orda olmak istediğin için orda olduğundan emin ol.
İnsan gerçektende başkaları ne der diye düşünüyormu?
Bugüne kadar insanların kendini ikinci plana attığını ve digerlerinin onunla ilgili fikirlerini önemsediğini ve bu bakış açısı ile genel kararlarını verdiğini düşünüyordum. Amma belki de aslında ortada bir paradoksal durum vardır.
Daha iyi anlata bilmek için bir örnek üzerinden düşünelim: Mesela, bir yerde çalışıyorsun, çok emek veriyorsun,