Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hayriye Öztürk

Hayriye Öztürk
@Kitapokuyanherkes
Sevme Sanatı
İnsan, ‘dokuzdan beşe’ çalışan bir işçi, iş gücünün ya da yazmanlarla yönetmenlerden oluşan yönetim ordusunun bir parçasıdır. Kendi isteğine göre seçebileceği şeyler çok azdır; görevleri, işin yönetmeliğiyle kararlaştırılmıştır; üst düzeyde çalışanlarla küçük işleri yapanlar arasında pek fazla ayrım yoktur. Hepsi yönetmeliğin kararlaştırdığı görevleri, kararlaştırılan bir hızla, kararlaştırılan yolda yürütürler. Duygular bile ısmarlamadır: Neşe, anlayış, güven, tutku, kimseyle çatışmadan geçinebilme. Böylesine zorlayıcı yollarla olmasa da eğlenme düzeni bile önceden belirlenmiştir. Kitapları kitap kulüpleri, filmleri filmcilerle sinemacılar ve bunların parayla yazdırdıkları reklamlar kararlaştırır; bunlardan arta kalanlar da tekdüzedir hep: Arabayla pazar gezintisi, televizyon saati, kağıt oyunları, toplantılar. Doğumdan ölüme, pazartesiden pazartesiye, sabahtan akşama her şey sırayla dizilmiş, önceden belirlenmiştir. Böylesine düzenlenmiş sıralı işler ağına düşen kişi, insan olduğunu, tek bir birey olduğunu, umutları, umut kırklıkları, üzüntüleri, korkuları, sevgiyi, özlemi, hiçlik ve yalnızlık korkusuyla yaşama olanağının eline yalnız bir kez geçtiğini nasıl olur da unutmaz?”
Reklam
Sevme Sanatı
 “İnsan aklıyla her şeyin üstündedir; kendisinin bilincinde olan yaşamdır; kendisinin, öteki insanların, geçmişinin, gelecekte olabileceklerin farkındadır. Kendisini ayrı bir bütün olarak görmesi, payına düşen yaşam süresinin kısalığını bilmesi, istemeden doğduğunu, istemese de öleceğini, sevdiklerinden önce öleceğini ya da sevdiklerinin onu bırakıp gideceklerini düşünmesi, yalnızlığının, ayrılığının, doğanın, toplumun güçleri karşısında çaresizliğinin bilincinde olması: bütün bunlar onun ayrı, bütünlenemeyen varlığını dayanılmaz bir hapishaneye çevirir. İnsan kendisini bu hapishaneden kurtaramasa, öteki insanlarla, dış dünyayla şu ya da bu yolda tamamlayamasa çıldırır.” 
Leylim Leylim
Hastalığa, mikroplara senin hayalınla dayatıyorum. Fizyolojik bir yapı olarak öteki insanlardan bir ayrımım yok. Lakin dünya dünya olalı kimselerin benim gibi sevdiğini ve sevebileceğini sanmıyorum. İnandığım en kesin gerçek bu canım. Beni ben eden de bu. Başkaca yokum. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki. Seni tanımak milyarlarca yıl yaşamaktan daha dolu. -Ahmed Arif

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Leylim Leylim
Hastalığa, mikroplara senin hayalınla dayatıyorum. Fizyolojik bir yapı olarak öteki insanlardan bir ayrımım yok. Lakin dünya dünya olalı kimselerin benim gibi sevdiğini ve sevebileceğini sanmıyorum. İnandığım en kesin gerçek bu canım. Beni ben eden de bu. Başkaca yokum. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki. Seni tanımak milyarlarca yıl yaşamaktan daha dolu. -Ahmed Arif
Yoksulluk ayıp değildir, doğru, ama sarhoşluk da erdem değildir kesinlikle. Fakat sefalet ayıptır. İnsan yoksul da olsa ruhundaki asaleti koruya bilir. Fakat, sefalete düşünce asla… Bir kimseyi sopa ile toplumun dışına atamazlar, daha da alçaltmak için süpürürler. Doğrudur da… Çünkü sefalete düşünce kendimi ilk suçlayacak benimdir. İnsan kendi yüzünden meyhaneye düşer.
Reklam
Burada insanın en ağrına giden ne biliyor musun? Onların yalan söylemeleri değil; yalan her zaman bağışlanabilir; tatlı bir şeydir çünkü yalan, insanı önünde sonunda gerçeğe götürür. Burada insanın ağrına giden şey, onların yalan söylemeleri değil, söyledikleriyalana kendilerinin de inanmaları.
Ölmeyecek. Hayır, ölmeyecek. İnsanlar başkalarının ülkesinde intihar etmez, burası onun vatanı değil. Peki, hiç vatanı oldu mu onun? Kim gerçek yabancı; bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp ait olacak bir yeri de olmayan mı?
Annelerimizin bizi inandırmaya çalıştığı gibi sevgi zamanla öğrenilir mi?
Kendimdeki değişimi seyrediyorum. Aşık olmanın bir mucizeye inanmaya benzediğini düşünmeye başladım. Aşk ta beklentiler ve inançlar ile ilgili. İnsan kendisi için hala kurtuluş ümidi olduğuna ve günün birinde özel birinin bunu mümkün kılacağına inanıyor. Bir mucize özlemi değil mi bu? Bu dünyadan fazla bir şey beklememen gerektiğini bilsen de içindeki bir şey diretiyor... Umut etmeyi sürdürüyor... Sevdiğin kişinin seni seveceğini umut etmeyi.
Ne hoş tesadüf," dedi Debra zoraki bir neşeyle, "çok sevindim. Ne kadar iyi bir ahçı olduğunu biliyorum." Değişik bir hali vardı, okuma grubundakinden çok daha kendine güvenli görünüyordu. "Senin için bir sakıncası yoksa çalışmaya hemen başlayalım, zaman geçiyor ve hiçbir şey hazır değil." Alegre'yi soktuğu çivit mavisi mutfak duvardan duvara paketler, kutular, konserve kutuları ve kavanozlarla doluydu, gıda, gıda, gıda. Misafirlerin yediden sonra gelecekleri ve büyük olasılıkla sekiz buçuk civarında kurt gibi acıkacakları söylendi. Toplam yirmi iki kişi bekleniyordu. "Biz de iki kişiyiz. Doyuracak yirmi dört boğaz eder. Ne dersin? Başarabilir miyiz?" Ama çok geçmeden ortaya çıkacağı üzre "biz" diye bir şey yoktu. Sadece Alegre vardı. Kendi ahçılık tarihinde bu kadar kısa sürede, bu kadar çok insan için bu kadar çok yemek pişirdiği olmamıştı hiç. Yine de yiyecek konusunda kendisine böyle muhtaç olunması sinirlerini yatıştırmış olacaktı çünkü kendini bu işin altından kalkmaya tamamen muktedir hissediyordu. O malzemeleri incelerken Debra Ellen Thompson da onu inceleyecek vakit buldu. Alegre'nin değişik bir hali vardı şimdi, okuma grubunda olduğundan daha az ürkekti
Sayfa 123Kitabı okudu
Geri15
87 öğeden 76 ile 87 arasındakiler gösteriliyor.