"Sonra bir avukat söze girdi: Peki, ya kanunlarımız, efendim?
Şöyle cevapladı:
Kural koymaktan hoşlanıyorsunuz,
Fakat kuralları çiğnemekten daha çok hoşlanıyorsunuz.
Tıpkı deniz kenarında büyük bir ihtiyatla kumdan kaleler yapıp sonra onları güle oynaya yıkan çocuklar gibisiniz."
"Çok duydum günah işleyen kişi hakkında sizden biri değil de bir yabancı, hayatınıza giren davetsiz misafirmiş gibi konuştuğunuzu.
.
.
.
Günahkar da işleyemez günahı, olmadan hepinizin sessiz rızası."
Tanrının olmadığı yerde insan ancak, diğer hayvanlardan biraz daha gelişmiş bir hayvan olabilir. Tersten de söylenebilir; tanrı yok ise; hayvanlar, gelişmemiş insanlardır.
“Bazen düşünüyorum, ne garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?”
"Kaç gece, koyun gibi gırtlaklarından kesilen çocuk ve kadınların fışkıran kanları yatağımıza ve soframıza kadar sıçradı?"
Tek derdi, alamadığı ayakkabısı, gidemediği tatil beldesi, değiştiremediği telefonu olan Müslüman'a ne haklı sitem.
Firavun da gördü ki, Allah iradesiyle, zayıf öküz semiz öküzü yutabilmektedir.
Ve soylular gördü ki, Allah isterse hükümdar da, devlet te bir kölenin önünde eğilir.
İnsan, yaratıcının önünde eğilendir. Allah önünde eğildiği gibi, Allah yolunda da eğilendir. Buna karşılık, o, kendi nefsi önünde eğilmeyen, tabiata râm olmayan, eşyanın ve maddenin buyruğuna girmeyendir.
Ey estetik! Ey sanat! Ey edebiyat ve şiir! Seni doğuran ana öze, yani dine, neden en kısa zamanda, yoz katkıların, yabancı duygu ve düşüncelerin, yanlışların pencerelerini açıyorsun?