Anne babasının kavgalarını ayırt ederken birdenbire büyüyen çocuklarım, ailesine ihanet eden annesine annelik yapan kızlarım, daha yaşı on dört bile olmadan aşktan, ekmekten, yaşamaktan korkan öğrencilerim önüme dikildiler sıra sıra…
El salvador’da isyan vardı. Sen çantanı sırtına atar Lübnan’a giderdin. Oysa Beyrut o eski Beyrut değildi. Hayatının tam da göbeğine oturmuştu El Fetih. Cemayellerin bini bin parayla Ortadoğu‘da. Kulağını silah seslerine yaslayıp uyuyordun. Kudüs’te taş atan çocukları görüyordum düşün de…
Okuduğu kitaptan sadece bir tane alıntı paylaşıp aynı alıntıya binlerce beğeni toplayan kişiye alıştın, ben okuduğum bir kitaptan yirmi beş alıntı paylaşınca şaşırdın tabii 😁
Herkesin sıkıntıdan patladığı bir anda, bana nereye gittiğimi, hava durumunu nasıl karşıladığımı, ne iş yaptığımı, erkek arkadaşımın olup olmadığını soracak birilerinin karşıma çıkmasından korkarken, sen çıkmıştın karşıma… O geceki yolculuğumuz Milat oldu. Yaklaşık üç saat boyunca Kazancakis ve Zen ustalarından konuşmuştun.
“Benim yüreğimde yeterince yara var, “diyordum kara gözlerine bakarken. Sen, “benim yüreğimde yeterince ölü var,“ diyormuşsun bana bakarken. Bir gün bunları birbirimize itiraf ettiğimizde bir şey kaybetmemiş, aksine gözümüzün lisanına güvenebileceğimizi anlamıştık.
— Vallahi o kitabı ben de pek anlayamadım. Kusura bakmayın elinizdeki kitap dikkatimi çekti de…
— El Greco’ya Mektuplar. Anlaşılan daha önce okudunuz?
“ şu şehirde kaç kişi bu kitabı okur?“ Sorusunu kafama sokmuş olmamdı seninle konuşmama sebep.
— Evet okudum. Hatta döner okurum. Bence bu havada okunacak kitap, o yazarın “Zorba “sından başkası olamaz.
Dünyanın masum çocukları ölürken yüksek maaşlı devlet memurlarının gıkının bile çıkmadığına şahit oluyorduk. Genellikle böyle olmuyor muydu? Fırtına kopmuştu. Hayır, hayır! Bir kasırga vardı artık.
Herkes Kazancakis okumak zorunda değil!
Herkes Hamza’yı sevmek zorunda değil!
Herkes Kur’an’ı okumak zorunda değil!
Durduk yere yağmura tutulmak zorunda da değiller…