Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Latife Selimoğlu

218 syf.
8/10 puan verdi
Henüz gençliğinin baharında Avusturya’ da tek bildiği yer olan göl kenarındaki kasabada (aslında kendi dünyasında) günlerini geçiren Franz, annesinin isteği üzerine Viyana’ ya bir tütün satıcısının yanına çalışmaya gidiyor. Bir yandan tütün satmanın inceliklerini öğrenip patronunun yönlendirmesiyle genel kültür sahibi olmaya çalışırken diğer yandan dükkana gelen müşterileri tanıyor. Haliyle dünyası genişliyor. Bir gün patronu, puro almak için dükkana gelen müşterisine saygı hürmet gösterince merak edip soruyor: Kim bu gelen? Gelen kişi Sigmund Freud. O günden sonra gelişen dünyası değişiyor. Aşık oluyor. Bu aşk onun Freud ile dost olmasına vesile oluyor. Lakin bir gerçek de var ki Franz hemen büyümek zorunda kalıyor o döneme tanık olmuş diğer yaşıtları gibi. Hitler’ in Yahudi vatandaşlara her türlü zulmü yaptığı, nefretini kustuğu dönemin Viyanası.. Freud ile aralarında geçen konuşmaların daha çok olmasını ummakla birlikte severek okudum. Etkileyiciydi. Okuyamama durumundan kurtaracağını düşündüğüm, bir çırpıda biterek ‘ee bitti mi şimdi bu’, bittiğinde de ‘vay be ne kitaptı‘, dedirtecek cinsten Tütüncü Çırağı.
Tütüncü Çırağı
Tütüncü ÇırağıRobert Seethaler · Jaguar Kitap · 20211,175 okunma
Reklam
216 syf.
7/10 puan verdi
Empedokles’in Dostları içerisinde Antik Yunan düşünür ve mitolojik karakterlerini barındıran distopik bir roman. Atlas okyanusunda Antioche adasında yaşayan iki münzevinin bir gün bütün iletişim araçları çalışmıyor, elektrikleri kesiliyor. O güne kadar böyle bir durumla karşılaşmadıkları için tabii olağandışı bir durum. İnsanlar, sadece adaya has olmayan bu durumun nedenini nükleer bir felakete bağlayıp ölmeyi beklerlerken Empedokles ile arkadaşları meydana çıkıyor ve insanlığı kurtaracaklarını, hastalıkları iyileştireceklerini hatta ölümsüzlüğü bulduklarını söylüyorlar. Kurgu bu şekilde devam ediyor. Geçmişle bugünün karşılaştırması üzerinden geleceğe varmak amaçları. Aslında ölümsüzlüğün uygarlığın devamlılığını sağlamakla olacağını vurguluyor. Medeniyetin binlerce yıl önce varken, günümüze nasıl taşınamadığını sorgulayıp eleştiriyor. İçerisinde geçen isimler araştırıldığı vakit yormayan, sürükleyici bir roman. Beni doyurmadı, bazı yerler kopuk kaldı bende fakat distopyaya ilgi duyan okurların seveceğini düşünüyorum.
Empedokles'in Dostları
Empedokles'in DostlarıAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 20215,2bin okunma
96 syf.
10/10 puan verdi
Moliere’in diğer oyunlarını nazaran daha çok üzerinde durduğu, uğraştığı, kendinden izler taşıdığı, hiç kimseden fikir almadan sadece kendi düşünceleriyle yazdığı tiyatro metniymiş İnsan Kaçan. Evet okuyunca anlıyoruz diğer oyunlarından farklı olduğunu. Komedya 1664 yılında yazılmış, baktığımızda çook uzun zaman geçmiş üzerinden fakat insanlık bir dirhem değişim göstermemiş. Acı ama gerçek, trajikomik halimizi net katıksız görüyoruz. Her zaman doğru söylemekten yana olan, ‘patavatsız’ ya da ‘dandun’ diye adlandırabileceğimiz karakter Alceste’ nin, birbirlerinin arkasından kötü konuşup ama yüz yüze gelince iltifatlar savuranlara karşı mücadelesini anlatıyor kitap. İnsanların iki yüzlülüğünden bıkınca herkesten uzak durmak istiyor. Onlara doğruyu direkt söylemeleri gerektiğini anlatmaya çalışsa da etrafındaki kişiler ve hatta aşık olduğu kadın tarafından horlanıyor, gülünç duruma düşüyor. Yalnızlığa mahkum oluyor haliyle. Moliere’e olan sevgim her kitabında biraz daha artıyor. İnce zekasına hayran bırakıyor. Tavsiye ediyorum okuyun.
İnsandan Kaçan
İnsandan KaçanMolière · İş Bankası Kültür Yayınları · 20131,299 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
224 syf.
9/10 puan verdi
Şöyle bir çocukluğumuza gidelim neler var bizi yaralayan? Zamanla görmezden geldik birçok şeyi değil mi? Anne baba akraba ya da ‘onlar bizim büyüğümüz’ dediğimiz kişilere saygı duyulur, büyüklere karşı gelinmez çok ayıp hatta ‘anneye babaya karşı gelme taş olursun günah’ sözleriyle büyüdük, attık bir kenara. Unuttuk mu? Hayır ! Üzerini kapattık
Beden Asla Yalan Söylemez
Beden Asla Yalan SöylemezAlice Miller · Okuyan Us Yayınları · 20193,126 okunma
303 syf.
10/10 puan verdi
Yoruma başlamadan önce söylemek istiyorum: Okuduğum en başarılı, güçlü, dolu-doyuran kitaplardan biri oldu Veba. Nasıl yorum yapılır da hakkı verilir bilemiyorum. Düz okuma yaptığımızı düşünelim, kurgu, konu şu; Cezayir’in Oran kentinde bir gün apartman sakinlerinin apartmanın çeşitleri yerlerinde ölü farelerle karşılaşmasıyla başlıyor ve her yerde ölü fare sayısı artınca veba salgını da patlak veriyor. Sonrası malum; insanlar hızla ölüyorlar. Vebayla mücadele ile devam ediyor kitap. Bu yönden bakıldığında bile sürükleyici, etkileyici. Fakat bir de kurgunun altında da yazılanlar var ki işte kitabı göklere çıkaran o kısım: Hayat ile ölüm arasındaki ince çizgide gün be gün hayretle hastalanarak çoğalan insanların çaresizlikleri, ölüm karşısındaki acizlik, felaketin büyümemesi için mecburiyetten doğan ayrılıklar ve bu ayrılıkların ışık tuttuğu sevgiler, kabullenmeyiş-reddediş, kaybedişler, korku ve başkaldırışlar, alıştıkça hissizleşme büyük bir güçle aktarılıyor okuyucuya. Veba bir metafor. Veba bir saldırı ve bu saldırı sonucu bir toplumun hızla yok oluşu, göre göre bir ülkenin çöküşü. Nereden baksanız, nereden okusanız farklı anlam çıkar karşınıza. İki ağızdan anlatılıyor: Anlatıcı ( kahramanı yok, anlatıcının adı yok) ve anlatıcının aktarmak istediklerini açıklayan başka bir anlatıcı. Okurken zorlayabiliyor çünkü sorgulama, varoluşçuluk da var içerisinde ama kitabı bitirmenin verdiği doyum az kitapta görülen türden. Tekrar okunacaklardan. Mutlaka mutlaka okuyun.
Veba
VebaAlbert Camus · Can Yayınları · 202020,2bin okunma
Reklam
176 syf.
10/10 puan verdi
Tarihin en eski yazılı destanı Gılgamış Destanı. Sümerler tarafından 56 kil tablete, Akadca çivi yazısıyla aktarılmış. Aşağı Mezopotamya’da yaşayan Sümerler ( bugünkü Irak, Suriye tarafları) aslında bizlere çok önemli eser bırakmış. Fakat savaşlar, bombalar nedeniyle tahrip olmuş tabletlerin çok azı günümüze ulaşmış. Dolayısıyla kitapta çok eksik bölüm var. Bu da insanlığın utanç verici yüzünü gösteriyor bana göre. Gılgamış Sümer şehri Uruk’un tarihi kralı. M.Ö 2800-2500 yıllarında hüküm sürdüğü düşünülmekte, öldükten sonra halk onu tanrılaştırmış. Antik Mezopotamya mitolojisinin önemli kahramanını ölümsüzleştirmişler bu destanla. Destan da tam olarak Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arama uğraşını anlatıyor ve bize gösteriyor ki; insanoğlu için ölümsüzlük sadece büyük bir isim bırakmakla oluyor. Destanda geçen bir bölüm var ki sorgulamadan edemiyoruz: Kutsal kitaplarda yazılan Büyük Tufan’dan insanlığı Nuh değil Ut-Napiştim (sonsuz yaşam anlamına geliyormuş ) kurtardı diyor destan. Arkadaşlığın da önemini vurguluyor. Bence herkes okumalı, bilmeli Gılgamış Destanı’nı. Not: Büyük emek sonucu bu akıcı, yalın çeviri ortaya çıkmış. Dolayısıyla zorlanmadan okunuyor.
Gılgamış Destanı
Gılgamış DestanıAnonim · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20215,1bin okunma
151 syf.
10/10 puan verdi
Sakatlanmış bedenlerin fotoğraflarına bakarken ne hissederiz? O fotoğraf ne kadar çekicidir? Savaş, katliam fotoğraflarının estetik olması önemli midir? İnsanların acılarına karşı ne kadar meraklıyız? Her gün televizyonda uzak yerlerdeki insanların yaşadığı üzüntülerini, acı yüklü sinema filmlerini izledikçe, savaş fotoğraflarına baktıkça duyarsızlaşıyor muyuz? Evet sorular bile irite edici. Bir kere savaş gibi iğrenç bir gerçek ile estetik kavramı nasıl ilişkilendirilebilir? İşte bunu Susan Sontag çok başarılı aktarıyor okuyucuya. Rahatsız edici bir inceleme çünkü içerisinde bu zamana kadar yapılmış savaşların, katliamların, sömürgelerin, vahşetin, zalimliğin ünlü fotoğrafçılar tarafından çekilmiş fotoğraflarının, çizilmiş resimlerin, çekilmiş sinema filmlerinin, haberlerdeki felaketlerin iç yüzlerinin filtresiz anlatımı var. Başkalarının acısına çok farklı pencereden bakmamızı sağlıyor. Çok başarılı bulduğum bir inceleme. Sarsıcı, çarpıcı, etkileyici, cümleler tokat gibi.. Kitabı okurken adı geçen fotoğrafları araştırmak, onlara bakmak gerekiyor yazarın ne demek istediğini anlamak için. Tabii bu fotoğraflar hiç iç açıcı değil. Dolayısıyla rahatlıkla herkese tavsiye edemiyorum.
Başkalarının Acısına Bakmak
Başkalarının Acısına BakmakSusan Sontag · Agora Kitaplığı · 2004458 okunma
158 syf.
9/10 puan verdi
Kaç saat aç kalabilirsin? Sen de benim gibi açlığa dayanamayanlardan mısın? Hemen sinirlenen, eli ayağı titreyenlerden? Ya çaresizsen? Bir lokma ekmek alacak paran yoksa ve etrafındaki hiç kimse seni umursamıyorsa ne yaparsın? Bir de üzerine kalacak yerin yoksa, karda kışta nereye gidersin? Karşımızda açlıktan yolda bulduğu talaşı kemiren ama gururundan kimseden yiyecek istemeyen, para istese dilenci muamelesi göreceği için kendini ihtiyacı yokmuş gibi gösterdiği yetmiyormuş gibi üzerindeki kıyafetlerini satıp karnını günü kurtarmak için doyuracak son birkaç kuruşunu da ihtiyacı olan birine veren, iş görüşmesine giderken dizleri eprimiş pantolonunu tükürüğüyle ıslatıp temizmiş gibi gösteren, gazetelere makale yazan ve yazdıklarıyla yaşam savaşı veren ‘bitmiş’ bir adam var. Adı yok diğer olmayan şeyleri gibi fakat kendisinin uydurduğu adı tabii ki var-Andreas Targen, olması gerektiğini düşündüğü hayatın hayali gibi. Bu adamın karnını doyurmasına, çalışmasına, sevilmesine, aşka, yaşamaya hakkı var. İsyanı var delirmek ve açlık arasındaki ince çizgideki hayatına. Çok çok etkileyici, açlığı iliklerimize kadar hissedeceğimiz fakat o gereksinimi o denli derinine kadar anlayamayacağımız bir roman. Mutlaka okuyunuz.
Açlık
AçlıkKnut Hamsun · Varlık Yayınları · 201728bin okunma
405 syf.
9/10 puan verdi
Uğultulu Tepeler - Emily Bronte Neden geç kaldım bu kitaba diye kendime kızarak başlıyorum kitap yorumuma. Kiracı Lockwood, Uğultulu Tepeler’ deki herkesten uzak, gösterişli evinde yaşayan Heathcliff’ e görüşmeye geliyor, hava koşullarından dolayı huysuz, acımasız Heathcliff’in malikanesinde misafir olarak kalan Lockwood kaldığı odada kitapları karıştırıyor ve içerisinde boş satırlara yazılmış yazıları okuyunca merakı artıyor ve bu birbirinden kopuk, sevgisiz insanları araştırmaya başlıyor. Evindeki hizmetkarı Nelly Dean baştan sona Heathcliff’in hikayesini anlatıyor. İşte tam da burada başlıyor hikaye. Geçmişe taa en başa, Heathcliff’in çocukluğuna gidiyoruz. İki ayrı ailenin günlük yaşantısının, birbirleriyle görüşmelerinin arka planında güçlü bir psikolojik işleyiş var. Bu bir imkansız aşk romanı değil bana göre. ‘Bir çocuk sevgiden yoksun, horlanarak, dışlanarak, şiddete maruz kalarak büyürse, içindeki nefreti perçinleyerek, intikam hırsını büyüterek nasıl kötü insan haline gelir, ve bu kötülük kendinden sonraki nesile nasıl aktarılır’ın romanı. Zengin-fakir ayrımı, sınıf ayrımcılığı, ataerkil baskı, kadınların eve mahkumiyeti, kişisel menfaat doğrultusunda iki yüzlülük, zengin olmak, mirasa konmak için sevgisiz evlilikler ile Viktorya Dönemi’ni net görüyoruz. Ben geç kaldım okumak için, siz geç kalmayın. Mutlaka okuyun.
Uğultulu Tepeler
Uğultulu TepelerEmily Brontë · Can Yayınları · 202142,3bin okunma
550 syf.
9/10 puan verdi
Teke Şenliği - Mario Vargas Llosa Rafael Leonidas Trujillo Molina nam-ı diğer Teke. (Velinimet, baba, şef, generalisimo da deniyor tabii yandaşları ya da yandaşı olmak zorunda kalanlar tarafından) Trujillo 31 yıl (1930-1961) Dominik Cumhuriyeti’ni yönetmiş, yönetirken binlerce insanı paşa gönlünün keyfine göre katletmiş, kendi fikrini
Teke Şenliği
Teke ŞenliğiMario Vargas Llosa · Can Yayınları · 20191,042 okunma