Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Onat Demir

Onat Demir
@Onatcy
9 okur puanı
Ekim 2019 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Nasıl oluyor da insanı mutlu eden bir şey, aynı zamanda yıkımının da nedeni oluyor?
Reklam
Biz insanlar sürekli ilk izleri değerli buluruz. İnsanoğulları en olmayacak şeylere inandırılabilir. Ama bir kez kafasına bir şey yerleşti mi, onu oradan çekip çıkarmak isteyenin vay haline!
Bu dünyada her işin ucunda bir zırvalık bulunur. Ve başkalarına yaranmak, varsıllaşmak, ünlenmek uğruna ölesiye çalışan bir kimse de bence kesinlikle budaladır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sürekli yaşamın azabı çok, keyfi az der dururuz, haklı mıyız? Bana kalırsa, yakınmalarımızın çoğunda haksızız. Tanrı iyiliğine, esirgemesine karşı kalbimizi kapatmasak, onları takdir edip durumumuza şükretsek, başımıza bir bela geldiğinde onu da göğüsleyecek gücü kendimizde bulurduk.
Siz korkaklığınıza ölçülü davranmak adını veriyor ve böylece kendi kendinizi aldatıyor, avutuyorsunuz.
Reklam
Peki, ne diye bazen içimiz içimize sığmaz olur, tersleşir, türlü tutkulara saplanırız. Kendimizde bilmeyiz bunun nedenini. Eğer bu saçma sapan tutkularımız, isteklerimiz yerine getirilirse bundan en çok zarar görecek gene biz oluruz. Deneme olması için aramızdan birilerine özgürlük verseniz, ellerini çözseniz, çalışma alanını genişletseniz, üstlerindeki egemenliğinizi kaldırsanız, görürsünüz ki hemen egemenlik altına girmek için can atacaklardır.
Evet, insan ömrünü iki kere ikinin pesinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, yaşamanı harcar ama aradığı gerçeği eline geçirmekten inanın ki korkar. Eğer elde ederse, artık arayacak bir şeyinin kalmayacağını bilir.
Ruhbilimcilerin dediğine bakılırsa hayatta öyle anlar vardır ki, günaha - ya da toplumun günah saydığı şeylere- duyulan tutku kişinin huyuna öylesine el koyar ki, bedenin her lifi, beynin her hücresi sanki korkunç itkilerle ayaklanır. Böyle zamanlarda kadınlar ve erkekler iradelerinin bağımsızlığını yitirirler. Kurgulu birer makine gibi kendilerini bekleyen sona ilerlerler. Seçme yeteneği ellerinden alınmıştır. Vicdan öldürülmüştür, varsa da salt başkaldırıya çekicilik katmak dikbaşlılığı sevimli göstermek için yaşamaktadır.
İnsan hayatı, başkalarının yaptığı hataların ağırlığını yüklenemeyecek kadar kısaydı. Herkes kendi hayatını yaşıyor ve yaşamak karşılığında kendine çıkan faturayı ödüyordu. İşin acıklı yanı şuydu ki insan tek bir hata için bir sürü ödeme yapmak zorunda kalıyordu. Durmadan ödeme yapmak zorunda kalıyordu, işin en doğrusu. İnsanla olan alışverişlerinde Kader, alacak defterini hiç kapamıyordu.
Kaderin bizlere önceden haberci göndermek gibi bir huyu yoktur. Bunu yapmayacak kadar bilgedir o ya da acımasız.
Reklam
Bilmek her şeyin sonu olur. Çekici olan bilememektir. Sis, her şeye harika bir güzellik katar.
Gerçi evlilik hayatı bir alışkanlıktan başka bir şey değildir, kötü bir alışkanlık, gene de insan en kötü alışkanlıklarını bile arıyor. Kötü olanları en çok arıyor, belki de. İnsanın kişiliğinin öyle vazgeçilmez birer parçası ki bunlar.
Hepimiz başkalarına iyilik kondurmayı severiz, çünkü hepimiz de kendi kellemizden korkarız. İyimserliğin temeli katıksız korkudur. Bize yararı dokunabilecek erdemleri komşumuzda görebildiğimiz için kendimizi yüce gönüllü sanırız. Hesabımızdan daha çok para çekebilelim diye bankacıyı överiz, elini cebimize atmasın diye yol kesen haydutta iyi yönler buluruz. Söylediğim her şeyde ciddiydim. İyimserliği son derece hor görürüm ben. Hayatın sönmesine gelince; hiçbir hayat sönmez, yeter ki gelişimi yarıda kalmamış olsun. Bir kişiliği bozmak istiyorsan ıslah et yeter!
Kişinin kendi kendini suçlaması doyum verici bir lükstür. Kendimizi suçladığımız zaman başka hiç kimsenin bizi suçlamaya hakkı yokmuş gibi gelir. Kişiyi günahtan arındıran itirafın kendisidir, yoksa günah çıkartan papaz değil.
Hatırlıyorum da, bir gün sen, iyi niyetlerde bir uğursuzluk vardır, her zaman çok geç kalırlar, demiştin. Benim iyi niyetim sahiden de çok geç kaldı.
Artık sevmediğimiz kişilerin duygularında her zaman bize gülünç gelen bir şey vardır.
Reklam
Kendimizdeki kusurları başkalarında görmeye hiçbirimiz dayanamayız da ondan olsa gerek.
İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.
Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Gerçekliğin en açık biçimde çarpıtılması böylelerine kolayca benimsetilebiliyordu, çünkü kendilerinden istenenin iğrençliğini hiçbir zaman tam olarak kavrayamadıkları gibi, toplumsal olaylarla yeterince ilgilenmedikleri için neler olup bittiğini de göremiyorlardı. Hiçbir şeyi kavrayamadıkları için hiçbir zaman akıllarını kaçırmıyorlardı. Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
Daha kötüsünü tanıdım ben, insanların yargısını. Onlar için hafifletici nedenler yoktur, iyi niyet bile suç olarak düşünülür.
Dostlarınız kendilerine karşı içten olmanızı istedikleri zaman onlara inanmayın. Onlar, sizin içtenlik vaadinizde bulacakları ek bir güvenceyi kendilerine sağlayarak onlar hakkındaki iyi fikrinizi sürdüreceğinizi umarlar yalnızca. İçtenlik nasıl dostluğun bir koşulu olur? Her ne pahasına olursa olsun, gerçek sevgisi hiçbir şeyi kollamayan ve hiçbir şeyin kendisine direnemeyeceği bir tutkudur. Bir kusurdur o, bazen bir konfordur ya da bir bencilliktir. Eğer bu durumda bulunursanız, çekinmeyin. Doğruyu söyleyeceğinize söz verin ve en fazla yalanı söyleyin. Böylece onların derin arzusuna yanıt verirsiniz ve sevginizi iki kere kanıtlarsınız onlara. Öylesine doğru ki bu , biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. Daha çok onların toplumundan kaçarız. Tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi. Demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz .Önce kusurlu diye hüküm giymemiz gerekir. Yalnızca acınmayı ve yolumuzda cesaretlendirilmeyi dileriz. Kısacası, biz hem suçlu olmaktan çıkmayı, hem de kendimizi arıtmak için çaba göstermemeyi isteriz.
İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar. Hayatta olduğunuz sürece durumunuz kuşkuludur, ancak onların kuşkuculuğunu hak edersiniz. Bu durumda, manzaranın tadına varabileceğimize ilişkin tek bir inanç bulunsaydı, inanmak istemedikleri şeyi kanıtlayıp onları şaşırtmak zahmetine değerdi. Ama kendinizi öldürüyorsunuz, o zaman size inanıp inanmamalarının ne önemi var: Siz orada değilsiniz ki, zaten uçup gidiveren şaşkınlıklarını ve pişmanlıklarını yakalayabilesiniz, her insanın hayal ettiği gibi, kendi cenaze töreninizde hazır bulunsanız, neyse. Kuşkulu olmaktan çıkmak için, düpedüz var olmaktan çıkmak gerekir.
Reklam
İnsan böyledir, aziz bayım, iki yüzü vardır onun: Kendini sevmeden sevemez.
Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve daha cömertizdir? Nedeni basittir! Onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur.
Nice suçlar işlenmiştir, yalnızca bunları işleyenler kusurlu olmaya dayanamadıkları için! Vaktiyle bir sanayici tanımıştım, mükemmel, herkesçe sevilen bir karısı vardı, ama adam yine de aldatıyordu karısını. Bu adam, haksız olduğu için, bir erdem beratı alamadığı ya da bu berata layık olamadığı için, sözcüğün tam anlamıyla kuduruyordu. Karısı mükemmel davrandıkça, o büsbütün kuduruyordu. Sonunda haksızlığı kendisi için dayanılmaz bir hal aldı. O zaman ne yaptı dersiniz? Onu aldatmaktan vaz mı geçti? Hayır. Öldürdü onu.
Hayat kınadıgımız,anlamakta zorlandıgımız her şeyi bize yaşatmak için mükemmellikle dizayn edilmişti.
Layık olmak isteyip de kabul görmedigimiz insanlar degil miydi duygu zindanlarımızın kapısı ?