“Ben dalgın insanları çok severim. Bu onların iyi olduklarını, fikir adamı olduklarını gösterir.
Zira kötüler ve boş kafalılar, her zaman uyanıktırlar…”
Prens De Higne
Keşke bilmekle inanmak arasında bir doğru orantı olsaydı. Ne kadar az bilirseniz o kadar çok inanırsınız. Ne kadar çok şüphe ederseniz, o kadar çok bilirsiniz. Ve ne kadar çok bilirseniz, o kadar az inanırsınız.
İnsanı insan yapan şey endişe ise, endişeyi katlanılır kılan yegâne şey de iradedir. Endişeye karşı irade koyabilirseniz, birisi olursunuz. Yoksa öyle insan olarak kalırsınız.
Seni tanımadığım için mi yitirdim her seferinde?
Seni tanıdığım, ama korktuğum için mi yitirdim?
Seni tanıyınca yitirmek zorunda kalacağımı bildiğim için mi yitirdim seni?
İbn Arabi, Şeytan'a şeytanlığı yaptıran şeyin, Allah aşkı olduğunu söyler. Yani Şeytan, Allah'ı o kadar çok seviyordur ki kendisinden daha fazla sevdiği bir şey yaratıldığını öğrendiğinde kıskançlıktan deliye dönüp isyan eder. Allah'ın, Şeytan'dan daha çok sevdiği şeyin insan olması, sanıyorum ancak Allah'ın naifliğiyle açıklanabilecek bir paradoks. Fakat Şeytan'ın da bizzat Allah'a ait olması, daha başka bir paradoks sanki.
Bir kere düşmeye başlayıp bir yere tutunamazsanız, düşmenin kendisi bilinçli tercihinize dönüşür. Bu bilinç durumu, sizde sevinçli bir yaşama biçimi haline gelir ve bir süre sonra da düşmenin bizzat kendisi olursunuz.
Vladimir Lenin, çok sevdiği halde, hayatının bir noktasında klasik müzik dinlemeyi bırakmıştı. Çünkü müziğin kalbini yumuşattığını düşünüyordu. Oysa bir devrimci, yumuşak kalpli olamazdı.