Mikâil söze başladı:
- Selim Pusat benim haklarıma da ilişti. Ben en güzel ve iç açıcı yağmurları yağdırdığım gibi öldürücü kasırgaları da estirir, ılık güneşle beraber kavurucu güneşi de parlatırım. Bu sanık öyle bir sevgiye tutuldu ki gönlünde nisan esintileriyle birlikte karakış boraları da esti. Zaman zaman mayıs güneşiyle ısındı. Zaman zaman ağustos güneşiyle kavruldu. Bana rakîb oldu. İradesini kullanamadı.
Bin yıl... Selim'in beynindeki karanlık yer aydınlanıyor gibiydi. «Ben bin yıldan beri yaşıyor muyum?» diye düşündü. Bu, korkunç bir şeydi... Yanındaki kız tıpkı bir büyücü gibi onun aklından geçeni anlayarak cevap verdi:
- Evet! Bin yıldan beri yaşıyorsunuz. Hatta belki de iki bin yıldan beri! Mete'nin, askerlerini sadakat sınavından geçirmek için sevgililerine, nişanlılarına, eşlerine ok atmalarını emrettiği ve büyük sevgileri dolayısıyla ok atmayanları idam ettirdiği zamandan beri...
Bu sözler ve bu ses Selim'in bütün gücünü, hatta iradesini alıp götürmüştü. Cevap veremiyordu. Düşünemiyordu da...
...
- Siz de iki bin yıldan beri yaşıyor musunu?
- Niçin olmasın?
...
- İki bin yıl önce acaba ben neydim?
- Herhalde Mete'nin ordusunda subaydınız.
...
- İkimiz de iki bin yıl önce yaşadığımıza göre o zaman da tanışıyor muyduk?
Güntülü aynı esrarlı ses ve aynı büyük ciddiyetle cevap verdi:
- Elbette tanışıyorduk.
- Peki... ben o zaman da bir subaydım. Ya siz neydiniz?
Güntülü yırtıcı pars bakışlarını Selim'e dikti. Onu ürperten, hatta çıldırtan bir eda ile, şaşkınlıktan başını döndüren bir soğukkanlılıkla cevap verdi:
- Ok atılamayanlardan biri...
-Bendenizin ayrıca bir soyadım yoktur efendim. Adım, soyadım, hepsi Yek...
- Yek mi? Sen Acem misin?
- Hayır efendim.
-Ya nesin?
- Bendeniz ayrıca hiçbir millete mensup değilim. Sadece Yek'im.
Selim Pusat kızmıştı:
- Serseri! Milliyetsiz adam olur mu?
Yek riyakâr bir tavırla ellerini uğuşturdu:
-Yaşamak için muhakkak bir millete mensup olmak mı lâzım, Selim Beğ?
-Elbette. Hayvanların milliyeti olmaz!
- Ne çıkar efendim? İnsan, hayvan... Hatta ot ve cemad... Hepimiz aynı kökten gelmiyor muyuz?
Selim'in yüzü öfke ve istihza ile karıştı:
- Ne derin fikirler!... Fakat bugünün gerçekleriyle bağdaşmasına imkân yok. Milletler olmayınca birbirleriyle çarpışacak orduları nasıl kuracaksın? Bir tarafta insanlar, bir tarafta da otlar veya madenler mi bulunacak?
Yek, Selim'i çileden çıkaracak kadar riyakâr olan eğilmelerinden birini daha yaparak cevap verdi:
-Ordular kurup çarpışmak için bir mecburiyet yok ki Selim Beğ! Bu dünyanın nimetlerinden bol bol faydalanmak dururken neden ordular kurulsun? Neden kanlar dökülüp kahramanlar toprağa serilsin?
- Ya ne yapılsın?
-Yaşansın efendim, yaşansın..
-Bir görsen sen de çok seversin. Pek zeki ve bilgili kızlar. Üstelik o kadar da güzel şeyler ki... Birer şiir kadar...
- Bir imha savaşı kadar da güzel mi?
...
- İmha savaşı güzel bile olsa bir kızın güzelliği ile onun arasında nasıl bir benzerlik kurabiliyorsun?
- Kızların güzelliğini şiire benzetmiştin de..
- Evet?
- Şiir ince sanatlardan birisi olduğu için şiirin güzelliğini kızların güzelliğine benzettin. Harp sanatı ince sanatların başında gelir. En güzel örneklerini de imha savaşlarında bulabilirsin.
Ayşe, kocasını kırmamaya çalışarak itiraz etti:
- Kabul ama bu ince sanat kan ve ölümle doludur. Bir genç kızın güzelliğine benzer mi?
- Şiir gözyaşıyla, harb kanla doludur. Kızın güzelliğini şiire benzetirken kızla şiirin benzer tarafları olarak neleri buluyorsun? Şiir ince, kız da ince... Şiir hoşa gidiyor, kız da hoşa gidiyor... Şiir gözyaşı döktürüyor, kız da gözyaşı döktürüyor, değil mi?
Ayşe neticenin nereye varacağını kestiremeden başıyla bir kabul işareti yaptı. Selim odada gezinerek ve Ayşe'ye bakmayarak devam etti:
- Birkaç kişiye gözyaşı döktüren bir kızı güzel diye kabul ediyorsun da bir kalabalığı kana bulayan kıza neden çok güzel demiyorsun?
-geçmişim ne olacak?
Ştolts, Olga'nın ellerini yüzünden çekti; saçlarını öptü ve gözlerinde beliren ve tekrar kaybolan yaşlara doya doya baktı.
- Leylaklarınız gibi dolup gidecek! Birçok şey öğrendiniz, onları yaşamak için kullanabilirsiniz artık. Hayat yeniden başlıyor: Geleceğinizi bana verin ve başka bir şey düşünmeyin. Ben her şeyi üzerime alıyorum.
- sıkılmak üzülmek yok...
...
-fazla düşünmek yok...
...
-... at gezintileri, dans, açık havada yormayacak beden hareketleri, hoş konuşmalar, özellikle bayanlarla... Kalbiniz yalnız tatlı, hafif duygularla çarpmalı.
...
-Sonra okumadan, yazmadan vazgeçmelisiniz. Güneye karşı bi köşk kiralayın, çevrenizde bol bol çiçek, müzik, kadın olsun.
...
- sonra kışın Paris'e gidin; oranın çılgın hayatına karışıp eğlenin; hiçbir şey düşünmeyin; tiyatrolara, danslara, maskeli balolara gidin; şehir dışına çıkın; çevrenizde dostlar, gürültüler, kahkahalar eksik olmasın...