A

Tarz ve kişisel zevklerle statü iddiasında bulunma ya da daha amiyane bir tabirle hava atma merakının özellikle orta sınıflarda bulunmasının esas sebebi ise bu sınıfın mensuplarının tam anlamıyla iki arada bir derede kalmış olmaları. İlk olarak, üst sınıfların aksine bunlar "zevk”i tayin edecek kültürel sermayeden yoksun; aileden gelen bir habitus eksikliğinden, yüksek kültürü erkenden içselleştirememenin verdiği bir eziklikten bahsediyoruz. İyi bir eğitimle bile giderilemeyecek bu sonradan edinmişlik hissi, bu sınıfları belirli zevkleri ön plana çıkararak kendilerini alt sınıflardan ayırmaya itiyor. Bazen kitsche ya da sıradanlığa müdana etmek pahasına da olsa! Gerçekten bu kültürel sermaye ile doğup büyüyenlerde görülmeyecek bir tedirginlik içerisinde orta sınıf mensuplarının belirli sanat formlarına yöneldiklerini görüyoruz. Bourdieu'ye göre bunlar jazz, sinema ve fotoğrafçıİlk. Şimdi kendi kendinize sorun: Çevrenizdeki beyaz yakalıların ne kadarı Bourdieu'nün en üst kata koyduğu heykel, klasik müzik ve resimle ilgileniyor; ne kadarı bu üç sanatla?
Reklam
Cumhuriyet'in ilk yıllarında bile bu yüksek-alçak ayrımını saptamak mümkün. Dönemin gazete ve edebî eserlerinde görebileceğimiz konuşma dili rahatlıkla anlaşılabilirken bir Gençliğe Hitabe, İstiklal Marşı ya da Nutuk'un zor okunan metinler olması bize yazı dünyasında hâlâ şeklin mesajdan daha önemli olduğunu açıkça göstermekte.
Modern birey kabul edemiyor ama insan özünde dışlayıcı bir varlık. Kendi gibi olmayana tahammülü az. Bu da ırkçılık, cinsiyetçilik ve yabancı düşmanlığı gibi eskiden problemi olmayan ancak modern mi Toplamı kabul edemeyeceğim mağazada karşı her an dikkatli olmamız gerektiğini gösteriyor bizlere.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yukarıdaki soruların kesin yanıtları yok ama gene de gündeme getirilmelerinde yarar var. Fakat burada konumuz bu değil, bizim için önemli olan moral çıpasını kaybetmiş toplumların aşırı kaygılara kapıldığını, kaybettiklerini düşündükleri değerlere yüzeysel bir bağlılıkla yer yer ritüelistik bir linç kültürüne kaydıklarını görüyoruz. Bu da tam bir cadı avına dönüşebiliyor. Sosyal medyada kısa bir gezinti yaptığımızda her gün bireyleşen bir toplumun sürekli din, milliyetçilik, komşuluk, ahlak, edep gibi kavramlar etrafında en olmadık yerlerden linç malzemesi çıkararak birbirine saldırdığını her gün görüyoruz. Burada mesajın alıcısı karşı taraf değil, çoğumuz kendimize konuşuyoruz. Aslında çıkarımız için terk ettiğimiz değerlerin ne kadar ateşli birer savunucusu olduğumuzu, aslımıza ve özümüze ihanet et mediğimizi bas bas bağırarak kendimizi rahatlatıyoruz.
Diyelim başınıza gelenler şartlardan kaynaklanıyor, yani kabahat sizde değil. Bu durumda da kanlı canlı (ve de farklı) birini suçlamak Tanrı'yı sorumlu tutmaktan çok daha rahatlatıcı. İnsan göklerdeki birinin yakasına yapışamaz çünkü. Zaten insanlar Tanrı'yı soyut bir kavram olarak algılamakta hep güçlük çekmiş değil midir? Sürekli ağaçlara çaput bağlamaları; yatırlara, şeyhlere, azizlere tapınmaları ruhani ihtiyacın fiziksel yakınlıkla desteklenmesi gerektiğine işaret değilse nedir?
Reklam