Abdülhamid

1973'te yayımlanan bir metinde, İngiliz tarihçi Arnold Toynbee insanlık yolunun birbirini izleyen üç merhaleden geçtiğini açıklıyordu. Tarih öncesine denk düşen birinci merhalede iletişim son derece yavaştı ama bilginin gelişimi daha da yavaş ilerliyordu. Öyle ki bir başka yenilik araya girinceye kadar her yenilik bütün dünyaya yayılacak kadar zaman buluyordu. Bu yüzden insan toplulukları hissedilebilir biçimde aynı evrim düzeyindeydiler ve sayılamayacak kadar çok ortak özellikleri vardı. İkinci merhalede bilginin gelişimi yayılmasından daha çabuk oldu. Öyle ki insan toplulukları her alanda gitgide farklılaşmaya başladılar. Tarih adını verdiğimiz bu merhale binlerce yıl sürdü. Sonra, çok yakın tarihlerde yeni bir dönem başladı. Bilginin kuşkusuz gitgide daha hızlı ilerlediği ama yayılmanın daha da hızlı gittiği bizim dönemimiz. Öyle ki insan toplulukları kendilerini gitgide daha az farklılaşmış bulacaklar.
Reklam
Adab-ı muaşeretten şehir hayatına, mimariden hukuka, davranış biçimlerinden müziğe, sanat ve zanaatten mutfak kültürüne kadar her alana dokunan bir kavram olarak medeniyet, son iki asırdır gündemden düşmeyen, farklı tanım ve kullanımlara konu olan ve bir o kadar da örselenen ve tüketilen bir kavram. Savaş çıkartmak isteyenler de barış yapmak isteyenler de aynı kelime üzerinden teoriler, stratejiler, söylemler, politikalar üretebiliyorlar.
Bir itirazda bulunamıyorum. Bulunsam da alacağım cevab "Vatani bir hizmettir. Seni me'yus görmek istemem. Bilakis senden teşvik ve tergib beklerim." cümleleriyle susturulacağımı (emsali misillu) bilmekteyim. İçten gelen ateşli bir üzüntü, fakat mümkün mertebe bir sabr-ı mütevekkilânede kendisine üzgünlüğümü güya bildirmemeye çalışıyor isem de rolümde muvaffak olduğumu zannetmiyorum.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Eşreflerin Necd'den avdetlerinde biz iki buçuk senelik evli idik. Ben hatıra defterimde not tutuyordum. "Eşref geldi, üç gün kalıp İstanbul'a geçti. Eşref gelip on gün kalıp Suriye'ye geçti"leri topladığımda bu iki buçuk sene evliliğimizin yekûnu beş ayı doldurmuş olamıyordu. Evet, seferberlik icabları bütün milletçe aileler böyle bir iftirak hasreti içinde idiler.
Akif merhumun "Necid Yolunda" isimli Safahat'taki: "Nar-ı beyza mı nedir öğle namazında güneş?" [Tepesinden döküyor beynine âfâkın ateş...] diye başladığı şiiri işte bu seferin mahsulüdür. Necd'in a'makına dalmış aylardan beri bir vaha arandığını hasretle yazdığı yazılarında olduğu gibi Eşreflerden aylardan beri haber yok. Çöl'ün a'maklarında yine Akif'in tabiriyle göğüslerini binlerce fırın ateşine vererek, bir avuç gölgeyi hakkıyla bulabildikleri kuytuları arayarak seyahatlerini ve siyasi vazifelerini İbn er-Reşid ve İbn es-Su'ud ülke ve çöllerinde yaparak bilahare öğrenildiği ve Eşref'in hatırat notları arasında bilindiği üzere Hail ile el-Muazzam arası birkaç günlük en-Nufud denilen çölü 15 günde ancak geçebilmelerine sebeb olan çöl fırtınalarına tesadüfleri yüzünden düşüp bayılan arkadaşlarından dört beşini çuval sarar gibi bitkin ve halsiz kalan develere sararak yol alıp Galban isimli bir kuyuya vararak susuzluktan hayatlarını kurtarıp bu kuyu başında üç gün istirahat-i mecburiyeden sonra Tima ki Hazret-i Muhammed (s.a.v) zamanından tanınmış bir karyeyi bularak canlarını kurtarmış olabildiklerini maiyyet efradından geldiklerinde öğrenmiş oluyoruz. Gerek Eşref, gerek kafile erkânı ve arkadaşlarının bu seferden memnun kaldıklarını ve Şerif'in isyanı gibi diğer bazı Arap emir ve şeyhlerinin aleyhimize kıyamları tehlikesini önlemiş ve ahden söz almış olduklarını ve tehlikeler önüne harbin sonuna kadar geçebildiklerini yine ve bilahare öğrenmiş oluyoruz.
Reklam
Reklam
33 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.