Kürk Mantolu Madonna ile tanışmam eski bir dostum sayesinde oldu. Sınavlara hazırlandığım dönemlerde ders kitapları ve kanunlar haricinde kitap okumaz olmuştum ve bir buluşmamızda Yunus bana bu kitabı aldı. Daha sonrasında ise her gün kitaba başladın mı okudun mu diye soruyordu. Hayatına değişik bir anlam kattığından bahsettiği bu kitabı aslında ben de merak etmiştim. Biraz geç olsa da okudum evet. Ve günlerce etkisinden kurtulamadım. İnsan bazen yaşamının kontrolünü kaybeder ve sürüklenir. Bir düşüncenin, bir insanın veya bir inancın peşinde… Kimseye anlatamasa da kendiyle dertleşir. Raif Efendi’yi sürükleyen şey ise şöyle başlamıştı: “Büyük salonun kapıya yakın bir duvarının önünde birdenbire durdum. O andaki hislerimi, bilhassa aradan bu kadar seneler geçtikten sonra, anlatmama imkân yok. Yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresinin önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. Resimleri seyredip geçenler, vücutlarıyla beni sağa sola itiyorlar, fakat ben olduğum yerden ayrılamıyordum. Bu portrede ne vardı?..” Bu satırları okurken kafamda kurguladığım sahne hala capcanlı gözlerimin önünde. Bir film sahnesi gibi kazımışım aklıma farkında olmadan.
Düşündükçe daha derine işleyen bir roman. Müthiş bir anlatım. İnsanın kalbine dokunuyor. İnsan kendine sormadan da edemiyor: Acaba bizim Kürk Mantolu Madonna’mız var mı? Bizi peşinden sürükleyecek, unutulmayacak ama aynı zamanda anlatılmayacak, her zaman içimizde bir yerde yemyeşil kalacak…
Son zamanlarda popülerliği baya artmış olsa da, henüz okumamış olanlara tavsiye ettiğimi söylemek isterim. Her insanın hayatta en az bir kez okuması gereken bir eser.