Zen ustaları, yüzyıllardır bizim o kalın batılı kafamıza şunu sokmaya çalışıyorlardı: Aradığınız şey, aramayı kestiğiniz anda kaçınılmaz bir biçimde size doğru gelecektir.
Yeni doğan bir bebek, makinenin negatif entropi değişikliklerinin en büyüğüne karşılık geliyordu: Yani bir kadının yumurtasıyla bir erkeğin sperminin birleşmesiyle ortaya çıkan biyolojik kimyasal maddelerin yarattığı kaos, nihayetinde çok iyi düzenlenmiş bir organizmaya dönüşüyor ve böylece Evren’in düzensizliği azaltılıyordu. Bu yüzden de, yaşam, kozmik kumarhane için büyük bir kaybı, yararsız bir deneyimi simgeliyordu.
Ancak Clausius'un acımasız entropi yasasına göre, yaşam makinesinin ürettiği yararlı negatif entropi değişikliklerinin miktarı, savurgan pozitif entropi değişikliklerinin daima gerisinde kalmalıydı. Bir başka deyişle, bilimsel açıdan söylemek gerekirse, yaratılan belli miktardaki yaşama kaçınılmaz olarak daha büyük bir miktarda ölüm eşlik ediyordu.
Linç varsa birlik vardı. Birlik varsa kaos yoktu. Kaos yoksa ticaret vardı. Ticaret varsa ilerleme vardı. Ve ilerleme varsa, daha çok ticaret vardı! Sonra da daha çok ilerleme! Geberene kadar ilerleyebilirdik artık!
Çoğu medeniyet korkaklık üzerine kurulmuştur. Korkak olmayı öğreterek medenileştirmek epey kolaydır. Cesaret sınırlarını düşürürsün, istekleri sınırlarsın, iştahları denetim altına alırsın. Ufkun etrafını çiftle çevirirsin. Her faaliyet için bir kanun yaparsın. Kaosun varlığını inkar edersin. Çocuklara bile yavaş yavaş nefes almalarını öğretirsin. Evcilleştirsin.
İşığın sonlu ancak çok yüksek bir hızla hareket ettiği gerçeği ilk olarak 1676 yılında Danimarkalı astronom Ole Christensen Roamer tarafından keşfedildi. [(...onun ışık hızı hesabı saniyede 225.000 kilometreydi)]
Tüm suçlar bayağıdır, tıpkı tüm bayağılığın suç olması gibi. Suç yalnızca alt sınıflara mahsustur. Onları bu yüzden hiç mi hiç suçlamam. Sanırım sanat bizim için neyse, suç da onlar için o anlama geliyor; sıradışı duygular üretmenin bir yolu.