Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ahmet D

Ahmet D
@ahd1997
Öğrenci
Elektrik Elektronik Mühendisliği
Ankara
8 okur puanı
Ocak 2018 tarihinde katıldı
Cordelia'cığım "Benim"; Bu sözcüğün anlamı nedir? Bana ait olan değil, benim ait olduğum; tüm varlığımı içeren, ona ait olduğum sürece benim olan. Benim Tanrım bana ait olan Tanrı değil, benim ait olduğum Tanrı'dır; ve aynı şey vatanım, evim, işim, özlemim, umudum için de söyleyebilirim. Daha önce ölümsüzlük diye bir şey olmasaydı eğer, benim senin olduğum düşüncesi doğanın normal seyrinde bir kopukluk olurdu Johannes'in
Reklam
Başın mı döndü sevgili Cordelia? O halde bana tutun, benim başım dönmez. İnsan yalnızca tek bir şey düşünürse tinsel başdönmesi nedir bilmez, ben yalnızca seni düşünüyorum- fiziksel bakımdan da dönmez başım, çünkü yalnızca sana bakıyorum.
Sayfa 101
Cordelia'cığım Aşk gizliliği sever -nişan bir gizin açıklanmasıdır; aşk sessizliği sever- nişan herkese duyurudur; aşk fısıldamayı sever- nişan yüksek sesli bir ilandır. Ama Cordelia'mın sanatıyla nişan, düşmanı aldatmak için gereken şey olacak. Karanlık bir gecede, öteki gemiler için, bir fener asmaktan daha tehlikeli bir şey yoktur, bu fener karanlıktan daha tehlikelidir. Johannes'in

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İmkân içinde gözü yükseklerde başıboş dolaşan insanın çaresiz küstahlığına karşı her şeyin kaçınılmaz olduğu varoluş karşısında kendini aşırı derecede yoran insanın çaresizliği. Fakat filistinizm ruhsuzca zaferini kutlar... Kendini efendi olarak hayal eder, ruhsuzluğun ve en bayağı şeylerin kölesi olduğunun farkına varmaz.
Çocuk sevgisi "seviyorum çünkü seviliyorum" ilkesine dayanır. Büyüklerin sevgisinin ilkesi "seviliyorum çünkü seviyorum"dur. Olgunlaşmamış sevgi "Seni seviyorum, çünkü sana gereksinimim var" der. Olgunlaşmamış sevginin söylediği ise "sana gereksinimim var, çünkü seni seviyorum"dur.
Reklam
Ayrıca, çoğu kez "olmak"ın tek yolu da "sahip olmak"tan geçiyor gibi tanıtılmaktadır. Yani günümüz toplumsal değer yargılarına göre "hiçbir şeye sahip olmayan bir kişi, bir hiçtir" sonucuna varıyoruz.
İnsanoğlu gerçekten ikiye bölünür: Kendi ihtişamlı eşsizliğinin bilincindedir, çünkü çok büyük bir görkemle doğadan taşar ve yine de kör ve dilsiz şekilde çürümek ve ebediyen yok olmak üzere toprağın bir kaç metre altına geri döner. Bu durumda yaşamak ve bunu kabul etmek zorunda olmak korkunç bir ikilemdir.
Bu hayatta yaşarken günden güne şaşkın bir çocuk haline geliyorum; bu dünyaya, üremeye, kalıtıma, görmeye, duymaya alışamıyorum; en alışılmış şeyler ağır bir yük. Hayatın ciddi, gizlenmiş, kibar yüzeyi ve geniş, müstehcen ve heyecanı -çılgınlık- dolu temelleri, benimle bağdaşmayan bir alışkanlığın gösterisini oluşturuyorlar.
Türk toplumu olarak kimliğimiz hakkında
Bilincimiz Batıya dönük ama bilinçaltımız Ortadoğulu. Akıl, bilim, başarı, ekonomi, mantık ve gelecek bir tarafta, duygu, din, tarih, gelenek ve geçmiş öteki tarafta. İşte bizim büyük ikilemimiz! Bu ikilem ya kaderimizi kilitleyecek ya da bize gelişmiş bir kimlik verecek. Lütfumuz da lanetimiz de, "ortaya karışık" bir ülke olmak. Bu çeşitlilikten kültürel bir şizofreni de üretebiliriz, şiirsel bir başarı hikâyesi de. Batılı olamayacak kadar doğulu, doğulu olamayacak kadar batılıyız. İki kimliğimiz de, diğeri tarafından yok edilemeyecek kadar güçlü. Farklılıklardan başarı enerjisi üretmeyi öğrenmek zorundayız.
Can Sıkıntısı
Can sıkıntısı baş belası değil akıl hocasıdır. O hareketsizlikten ve atıl kapasiteden nefret eder. Daha iyi bir hayat için sizi sürekli dürter! Yeni ve farklı bir şeyler yapmaya davet eder. Potansiyelinizin altında yaşadığınızı, kendinizi geliştirmediğinizi, rutin bir hayatınızın olduğunu size hatırlatır. Can sıkıntısı, sizin başarınız için çalışan bir sivrisinektir! Tarzı sevimli olmayabilir ama o sizin iyiliğinizi düşünüyor! Yaptığınız yapabileceklerinizin çok altında kalınca, sonuçlarınız kimseyi "şaşırtmayınca" el yükseltmeniz için sizi uyarıyor. Ona minnettar olmalısınız. Hayatta en hakiki mürşit can sıkıntısıdır!
Sayfa 187 - Alfa
Reklam
Aslında bir çok şeyin özeti diyebiliriz...
Bu son vakada açıkça görüyoruz ki, bizi doğru yoldan saptıran, nesnel deneyimlerimiz değil, nesneler konusundaki kişisel görüşümüz, olayları teraziye vuruş ve değerlendiriş tarzımızdır. Bu bakımdan içine düşülen yanılgı ve yanılgı olasılıkları sayılamayacak kadar çoktur, başı sonu görülemeyen bir zincir gibi uzayıp gider. Böyle kimselerin ileri sürece kanıtlar üzerinde durup, yaşam planlarını inceleyerek ilgili yanılgıları ele geçirmeye çalışmak ve bunların nasıl ortadan kaldırılacağını söz konusu kişilere öğretmek zorundayız. Dolayısıyla, eğitimin bir karakteristik özelliği daha belirlenmiş olmaktadır. Eğitmek, hataların önünü kesmek demektir.
Say