"Ben dışarıda, kapıların dışındayım, yine dışında. Dün gece kapıların dışındaydım. Bugün yine dışında. Ben daima kapıların dışındayım. Ve kapılar kapalı. Oysa ben ayakları külçe gibi ve yorgun bir insanım. Açlıktan karnı guruldayan bir insan."
Ben de sizin gibi neden korkuların geceler hüküm sürdüğünü düşünürüm. Bunun üzerine yirmi yıl düşündükten sonra korkuların karanlıktan doğmadığını anladım; korkular da yıldızlar gibi hep oradadırlar; ama gün ışığı onları gizler.
Ruh, tek bir mevcudiyet olarak işlemiyor. Zihnimizin bir bölümü diğerlerinden bağımsız hareket ediyor olabilir. Belki ‘ben’ ve bedenim, zihnimin arkasında bir dolap çeviriyordur. Bildiğiniz gibi zihin, tuzaklarla dolu arka sokaklarda gezinmeye bayılır.
Her sabah uyandığım vakit, aşkımı kalbimde biraz daha büyümüş buluyordum. Bu derin zaaf, beni hem utandırıyor hem korkutuyordu. Zaman zaman öyle bakışların, öyle sözlerin vardı ki, kalbimi derin ümitlerle çırpındırıyordu.
Ben, denizi, derin derin yaşayan, daima gülen, söyleyen, dinleyen, darılan bir şey gibi tanır ve severdim. Halbuki bu gece sular bana çaresi, tesellisi olmayan büyük bir yalnızlık gibi göründü.
Ah bu erkekler! Hepsinde aynı gurur, aynı kendini beğenmişlik. Bizim de bir kalbimiz olduğunu, bizim de “mutlaka” isteyecek bir şeyimiz olabileceğini, bir türlü akıllarına getirmek istemiyorlar.