Öyleyse asıl sorun, yaşadıklarımıza içeriden ve sahiplenerek bakmak ve dışarıdan sahiplenmeden şahit olmayı başaramamaktır. Sorun; çözümü bulamıyor olmak değil, problemi göremiyor olmaktır.
Bir şeyi bulmak için önce onu anlamak, ardından onu istemek gereklidir. Eğer istediğiniz şeyi anlamıyor- sanız, nereye giderseniz gidin aradığınızı asla bulama- yacaksınız. İnsan kendi dışında olan dünyaya bakmak ve anlamakla mükellef olduğu kadar, kendi içine de bakmak ve anlamakla mükelleftir. Bu dünyaya öylesine ya da tesadüfen gelen canlılar değiliz. Tabiata baktığı- mızda her şey muhteşem bir denge içinde ilerler. Biz de o dengenin bir parçasıyız. Ancak meşgul olduğumuz dış etkenler bizi öyle oyalamakta ki nasıl bir dengeye bağlı olduğumuzu göremiyoruz. Çünkü kendi dengesi- ni kaybeden bir insanın, bir şeyleri anlaması ve araması mümkün değildir.
Sonu hüsran da olsa bazı şeylerin nihayete ermesi belirsizlikten iyidir. Belirsizlik kadar beyhûde uzayıp giden, insanı yoran, yapılabilecek başka şeylere de engel olan zalim bir hâl yok. ‘Olmadı’ deyip başka bir yola bakmak bile belirsizlikten yeğdir.
Beni adeta ergenlik yıllarıma geri götürdü bu kitap. Uzun zamandır fantastik bir eser okumuyordum yıllar önce gerek Harry Potter serileri olsun gerek vampir günlükleri olsun hepsini bitirmiştim. Geçen aylarda sosyal medya hesabımda önüme bir reels düştü "Eğer Ejderhanı Nasıl Eğitirsin(How to train your dragon) film serisini seviyorsanız bu
Zordur herşey bizi uyumaya ittiğinde, bağlı ve bilinçli gözlerle bakarak, uyanmak ve bakmak sanki düşte gibi, neye yaradıklarını artık bilmeyen ve bakışı içe dönük gözlerle.
Eskisinden de yenisinden de, entelektüelin den de ahmağından da, lüksünden de yırtığından da - hepsinden nefret ediyordu. Kendi kısırlığına hayıflanm ası için on lara bakmak yeterliydi...