Romantizm, her nedense, sulandırılmış ucuz bir duygusallıkla özdeşleştirilerek hor görülmüştür öteden beri. Oysa ben, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısındaki İngiliz Romantik akımının bir uzmanı olarak geleceğin güzel günlerine inanan; kendi çağının çirkin gerçeklerine teslim olmayı reddeden; insanları, doğayı ve yaşamı coşkuyla seven şairleri tanımlamak için kullanıyorum “romantik” sözcüğünü. Bu açıdan Nâzım Hikmet tam anlamıyla romantik bir şairdir benim gözümde. Nâzım'ı ve öteki büyük romantik şairleri düşündükçe de, kendi romantizmimden değil utanmak, tam tersine gururlanıyorum. İnsanları, doğayı, yaşamı sevmeyeceksen, yaşamanın ne anlamı var ki? Birçokları, birtakım çirkin gerçeklere bağlı kalmayı, onları bir an olsun gözden kaçırmamayı bir marifet sayarlar. “Biz gerçekçiyiz” diye diye, zamanla hem kendi kişiliklerini çirkinleştirirler, hem de o çirkin gerçeklerin gittikçe daha derin kökler salmasını, giderek nerdeyse kutsalaşmasını sağlarlar. Ben o çirkin gerçeklere boyun eğmemeya kararlıyım. Bu yüzden yaşadığım sürece romantik tekmeler atıp duracağım o çirkin gerçeklere.