“Eğer kötü başlangıcımızın maddî yönünü araştırıyorsak bunu Müslümanlara mahsus hayat tarzının yıkılışında bulacağız. Meskenlerimiz, mekteplerimiz, kütüphanelerimiz, hastahanelerimiz yok. Biryerlerde oturuyor, uyuyup uyanıyoruz; biryerlerde okuyor, birşeyler öğrenmeye çabalıyoruz; biryerlerde dertlerimize deva arıyoruz. Ama bütün buralar Müslümanları dünyadaki haysiyetli yerlerinden tardedenlerin oturup, okuyup, tedavi oldukları yerlerin kötü birer kopyası.”
Gönülde yeri olan, sevilen demek. Farsça dil "gönül" ve nişin "oturan" sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor. Uzun yıllar İstanbul Boğazı'nda salınıp giden emektar vapurun adıdır aynı zamanda.
-Ey Peygamber!- İnkâr edenin inkârı seni üzmesin! Onların dönüşü ancak bizedir. Elbette yaptıklarını kendilerine bildireceğiz. Şüphesiz ki Allah göğüslerin -/kalplerin- özünü bilendir. Onları -dünya hayatında- biraz yararlandırırız; sonra da kendilerini ağır bir azaba sürükleriz. Onlara “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette “Allah” derler. De ki: “Hamd, Allah içindir" Esasında onların çoğu -ne dediklerini*- bilmezler. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yalnızca Allah’a aittir. Şüphesiz ki gerçek zengin, övülmeye layık olan yalnızca Allah’tır.
Yumuşacık, çocuk ayakkabısıdır. Dilimize Yunancadan giren sözcük, patika ve paten ile akraba. Dünyanın en kısa öyküsü olduğu söylenir:
"Satılık bebek patikleri, hiç giyilmedi." (Hemingway)
Arapçada bilmiyorum demektir. Türkçede yazarı belli olmayan eserler için de "lâedrî" sıfatı kullanılır. "Lâedrî, ilmin yarısıdır" der eskiler. Yani bilmiyorum (diyebilmek) ilmin yarısıdır.
(...) Daha dünyaya gelişimin üzerinden çok geçmeden diğer çocuklardan farklı olduğum ortaya çıkmıştı. Neyimin farklı olduğunu merak etmiş olabilirsiniz.
Ben gülmüyordum.
Herkes, kafasının içinde iki tane badem taşır. Bunlar kulağın arkasından başa doğru giden bir yerde derinlemesine iyice gömülüdür. Bu bölgeye, hem boyutları hem de görünümleri tam bir badem gibi olduğundan Latincede "badem" anlamına gelen "amigdala" denir.
Dışarıdan bir tetikleyici geldiğinde, bademde kırmızı bir ışık yanar. Tetikleyicinin yapısına göre insanda bir korku oluşur ya da keyfi kaçar veya iyi kötü duygular hissedilir.
Ama benim kafamdaki bademin bir yerlerinde arıza çıkmışa benziyor. Çünkü bir tetikleyici gelse de kırmızı ışığı yanmıyor. Bundan dolayı başkalarının neden güldüklerini ya da neden ağladıklarını pek anlayamıyorum. Benim için sevinç de üzüntü de aşk da korku da belirsizdir. Hem duygu denilen kelime hem de sempati denilen ifade benim için anlaşılmaz harflerden başka bir şey değildir.
Doktorların koydukları tanı duygusal sağırlık, yani aleksitimiydi.
"Nine, neden insanlar tuhaf olduğumu söylüyorlar?"
"Belki özel biri olduğundandır. Çünkü insanlar, başkalarından farklı olana tahammül edemezler.(...)"