13 Kasım 1918 günü, Adana treninden inip de Haydarpaşa rıhtımına ayak basınca karşılaştığı manzara şudur: 55 Düşman gemisi, zafer bayraklarını açarak İstanbul limanına girmektedirler. Bütün karşı sahiller Rumların, Yahudilerin, levantenlerin sarhoş çığlıkları ve palikarya naraları ile çınlar. Ama bu manzara karşısında, bu hava içinde, kılı bile kıpırdamadan:
Geldikleri gibi giderler!
diyebilen adam, işte bu tek adam'dı. Nitekim, bir gün geldi, bütün bu gemiler, geldikleri gibi gittiler. Hem de onun gönderdiği askerleri selamlayarak. Sarhoş çığlıkları ise ebediyen sustu!
13 Kasım 1918 günü Haydarpaşa'dan Köprü yakasına, bu gemiler kafilesini dolaşarak, onların zafer bayrakları altında güvertelere dizilmiş çeşit çeşit, renk renk, yabancı bahriyeli saflarını seyrederek, kıyıları, rıhtımları dolduran sarhoşların haykırışları, kiliselerin şenlik çanları arasında geçti. Bunun böyle oluşu, böyle rastlayışı daha iyi oldu. Bu kadar büyük bir dünya gücü ile, yarın onları yüzgeri edecek bir adamın, bu kadar yakından ve bu kadar baş döndürücü şartlar içinde karşılaşmasının, dünya tarihinde başka bir misali yoktur. Bu misal bize, çok değil, ancak dört yıl sonra, tamamen tersine dönecek olan kader çarkının manasını ve azametini anlamak için geniş bir görüş açıklığı verecektir.