Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kemal Sayar
Kemal Sayar
: Gayeyle anlamı birbirine karıştırmamak gerekir. İnsanın bir gayesi olabilir, mesela mevki ister, zengin olmak ister. Bunlar maddi gayelerdir, anlamı kapsamaz. Anlamsa manevi, sadece bu dünyada yapıp ettiklerimizden devşiremeyeceğimiz bir şey. Ötelerden bir rabıta olmadan, ötekinin sesini duymadan, sonsuzluğun ateşi içinize düşmeden cevap bulamayacağımız bir şey. Insan sadece meslek hayatında da anlam bulabilir. Kendini oraya adar ve kendince mesleği üzerinden bir anlam üretebilir ama acaba o ne kadar yeter insana? Ölümlüyüz, dolayısıyla bu anlam çağrısına cevap vermek zorundayız. Bir gün geriye dönüp baktığımızda, "Ben bu hayatı şu şu amaçlar, şu şu değerler için yaşadım, geriye şöyle bir şey kaldı," diyebilmeliyiz her birimiz.
Düşmandan korkulmaz!
-Benîm kim olduğumu biliyor musun? -İçing Katun’un kardeşi olacaksın… -Nereden anladın? -Ötüken’deki Çinliler Türkçeyi bilir. Sen daha öğrenmemişsin. -peki! Siz burada korkmuyor musunuz? -Kimden korkacakmışız? Çin beği güzel kızın her sorularına sıkılmadan cevap verdiğini görünce umutlanmıştı. Artık yılışmanın çağı geldiğine hükmetti ve kızın gözlerinin içine bakarak sırıttı: -Kimden korkacaksınız? Mesela benden -Çinliden korkulur mu? Çin beği kızın sıkılıp kızarmasını beklerken onun taş gibi karşılık verdiğini görünce hopladı. Fakat bozulduğunu belli etmek istemeyerek gene sordu: -Öyleyse neden böyle pusatlı geziyorsunuz? -Hayvan saldırırsa korunmak için.
Sayfa 63
Reklam
Evrene mesaj yollayanlara mesajım
Sen evrene mesaj yolluyorsun da, evren belki senin mesajına cevap veremeyecek kadar meşguldür.
Yalnız Kurt
Yalnız Kurt
Yaptığımız seçimlerin çok azı, zaten ender duyabildiğimiz iç sesimiz doğrultusunda gerçekleştirilir. Çoğu seçimlerimiz şartlanmalar sonucu yapıldığından, zaman zaman can sıkıntısı, durgunluk ve bir türlü giderilemeyen boşluk ve anlamsızlık duygusu yaşanabilir. Viktor Frankl bu durumu “varoluş vakumu” olarak adlandırmıştı. Böyle durumdaki insan kendine ve dünyaya inancını yitirmiş gibidir, yönünü bilemez ve yaptığı şeylerin anlamını soruşturup cevap bulamaz. Özgür olduğu zamanlardan ne yapacağını bilemez.
Sayfa 27
Kemal Sayar
Kemal Sayar
: Gayeyle anlamı birbirine karıştırmamak gerekir. Insanın bir gayesi olabilir, mesela mevki ister, zengin olmak ister. Bunlar maddi gayelerdir, anlamı kapsamaz. Anlamsa manevi, sadece bu dünyada yapıp ettiklerimizden devşiremeyeceğimiz bir şey. Ötelerden bir rabıta olmadan, ötekinin sesini duymadan, sonsuzluğun ateşi içinize düşmeden cevap bulamayacağımız bir şey.
Çayından bir yudum daha alırken oturduğu yerde dikleşti. "Anlatacak bir şeyim yok." derken sesinde ağır bir yaşanmışlık vardı. Bence anlatacak çok şeyi vardı. Keskin kahveler sert ve ifadesiz değildi. Aksine en savunmasız şekilde bakıyordu. "Gördüğün kadarım." diye devam etti. "Bildiğin kadarım. Bir adım var, bir işim, bir görevim, bir de..." "Bir de?" Bakışlarını kaçırmadı. "Bir de sen işte." dedi en net şekilde. Cevap veremedim. Yemek yiyemedim. Çayımdan bir yudum bile alamadım. Sadece ona baktım. Tek bir cümlede ise fazlası ile asılı kaldım. Birde sen... "Başka bir şey yok." diyerek normal bir döngüdeymiş gibi konuşmaya devam etti. Ben bocalamıştım ama o yine netti. "Davranışlarımdan kendini suçlu hissetme. Dediğin gibi. Garip bir adamım ben Ahu. Çok konuşasım yok. Pek yaşayasım yok da yok. Bir konu da haklısın. Kimseyi dinleyesim de yok. Ama sen uzun uzun şu halının desenlerini de anlatsan," Bir omuzunu belli belirsiz kaldırıp indirdi. "Dinlerim..." -Bülbül Kapanı
Reklam
Bu soruyu hayretle karşılayıp; "Ben seni kıskanmıyorum, sa­ na güveniyorum," derdi.Başlarda çok üzerinde durmadım. Çevremde çok sevdi­ ğim, kimi zaman bana kardeş kimi zaman da abi olan iki tane erkek arkadaşım var. Onlar eski sevgilimin arkadaşla­rı değildi ve, "Sevgilin bizi kıskanmıyor mu?" diye soruyor­ lardı. Ben de hayır kıskanmıyor dediğimde sevgilimin be­ ni sevmediğini söylerlerdi. "Seven insan kıskanır" klişesi varya... Onu deyip, "Normal değil bu. Bu çocuğun seni sev­diğine emin misin?" diye irdeliyorlardı. Onlar da beni ko­rumaya çalışıyorlardı kendi algı çerçevelerinde, bu sebeple onlara hiç kızmadım. Ne var ki sürekli duyunca içime kurt düştü.Eski sevgilime bir gün sordum: "Tamam sen bana güveni­yorsun. Çevremde arkadaş diye görüştüğüm biri ya benden hoşlanırsa. O zaman da mı kıskanmazsın?"Verdiği cevap şu oldu: "Olabilir. Sen ona gerekli cevabı verirsin. Senin nasıl davranacağını biliyorum, en azındantahmin ediyorum. Dolayısıyla kıskanmamı gerektirecek birdurum yok."Hiçbir şey diyemedim. Öylece baktım. Bildiğim, öğrendi­ğim kalıptan ayrı bir şeydi bu dediği. Bir yanım evet haklı derken; diğer yanım yine de kıskansa iyi olur diyordu. Hocam kitaplarınızda bahsediyorsunuz ya Korku Kültürüdiye. Ben ve arkadaşlarım Korku Kültürü'nün bizde oluş­ turduğu kalıba göre düşünüyorduk. Sevgilimse o KorkuKültürü'nde değildi. Tabi ben bunu çok sonra fark ettim. Konuşarak ayaldik.Birbirimizi kırmadan, kavgalar etmeden, birbirimizi anla­ yarak ayrıldık. Sebep ise farklı yaşam danslarımız vardı veuyum sağlayamadık birbirimize.
ASHÂB-I BEDİR: SEBRE BİN FÂTİK (R. ANH)
Sebre bin Fâtik radıyallâhü anh, Muhâcirlerden ve Benî Esed kabilesindendir. Kardeşi Hureym radıyallâhü anh Hazretleriyle birlikte Bedir Gazâsı’nda bulunmuştur. Sebre radıyallâhü anh Hazretleri, Dımaşk’ın fethinden sonra arazisini ve evlerini Müslümanlar arasında taksim eden zâttır. Ashâb-ı Kirâm’dan Ebu’d-Derdâ radıyallâhü anh onu görünce, “Muhakkak Sebre’de (r.a.), Resûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin nurlarından bir nur (hilim nûru) vardır.” buyururdu. Çok halîm, sabırlı bir zât olup insanlardan gelen eziyetlere tahammül gösterirdi. Abdurrahman bin Âiz rahimehullah anlattı: Bir adam Sebre Hazretlerine kötü sözler söyledi, o ise öfkesini yuttu, hattâ cevap vermemek için öyle sabretti ki gözlerinden yaş geldi, yine de cevap vermedi. Sebre Hazretlerinden, Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğu rivâyet olundu: “Mîzân, Rahmân olan Allâhü Teâlâ’nın kudretindedir, dilediği kavimleri (hidayeti ve tevfîki ile) yükseltir, diğer bazılarını da (şeytana uymaları, bâtıl yollara sapmaları sebebiyle) alçaltır. Âdemoğlunun kalbi de Rahmân olan Allâh’ın kudreti altındadır, dilediğini (ve dalâleti dileyip isteyeni) saptırır/şaşırtır, dilediğini (ve hidâyeti dileyip isteyeni) de hak ve hidâyet üzere dosdoğru ve sabit kılar.” Fazilet Takvimi 8 Mayıs 2024
Çok enteresan birine dönüştüm yaş aldıkça… Önceleri çok da ilgimi çekmeyen ne varsa meraklısı oldum… Gözüme, kaşıma, üstüme, başıma, saçıma, tenime gösterdiğim özeni beynimin işleyişi, kalbimin ne hissettiği hatta karaciğerime neyin iyi geldiği aldı… Cildin dışını parlatmanın en güzel yolunun gülümsemek, onun da ancak gülüp geçebilmekle mümkün
“Mecnun burayı görse, Sevilla’ya değilde kendi halinde bir çöpe düştüğü için şükrederdi.” dedim kendi kendime. Sonra kendim de niyeyse celallenip, “Mecnun çölde değil. Leyla da yandı.” diye dantelli bir cevap yapıştırdı öbür kendime. Birbirimize baktık, birbirimizi anladık. Birbirini anlayanlar haklı çıkmakla uğraşmaz uzatmadık.
Sayfa 195 - Hep Kitap
Reklam
Daha sonra bu kavgalar devam etti. İlk zam anlar ben hiç ce­vap vermiyordum ve küsüyordum. Sebebini bile anlamıyor­ du eşim. Buraya geldiğimde dil kursuna başlamıştım. Sonrabir 'Community College' da hemşirelik okumaya başladım. İkinci yılın sonunda kızım doğdu. Eşim hiç yardımcı olmuyor­du. Ders çalışamıyordum. Bebekle ilgilenmiyordu. Benim ilkgörevim anne olmak, ikinci görevim eş olmak son olarak da öğrenci olmaktı, ona göre.
Doktorlardan ümidini yitiren hasta ve fakir bir adam tanrılara yalvarmaya başlamış, onu iyileştirdikleri takdirde yüz öküz kurban keseceğine söz vermiş. Bunu duyan karısı, "Vaat ettiklerini nereden bulacaksın," diye sormuş. "İyileşeceğim kesin mi ki tanrılar vaat ettiklerimi istesinler?" diye cevap vermiş adam.
Nihat bunlara dönerek: "Nereden teşrif, üstatlar?" dedi. Yeni gelenlerin arasında kısa boyu ve sinirli hareketleriyle göze çarpan biri: "Siz burada mısınız..." diye başka bir sualle cevap verdi. Sonra: "Ne saçma sual, değil mi?" diye ilave etti: "Işte görüyoruz ki buradasınız. Ne diye sorarız acaba?.. Türkçenin kendine mahsus bir manasızlığı... Dünyada hiçbir lisanda bu kabiliyet yoktur... Saatlerce konuşup hiçbir şey ifade etmemek kabiliyeti!" Gene yeni gelenlerden ve gene kısa boylu birisi, kalın camlı gözlüklerinin altında ne renkte olduğu belli olmayan gözlerini kısarak: "Sualinde Türkçenin bu kabiliyetini arttırmakla meşgul olduğunun farkında mısın?" dedi.
Sayfa 56
Ömer, yalvarır gibi cevap verdi: "Bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım..." Nihat güldü: "Gördün mü? Derhal sapıtıyorsun. Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır. Hatta biraz ileri gideyim, kendi yaşamamız için... Sen kafanın içindeki yokluğa o kadar saplanmışsınki, derhal uğrunda can feda edecek bir şey arayarak ikinci bir yokluğa dalmak istiyorsun! Yaşamak, herkesten daha iyi, herkesten daha üstün yaşamak, insanlara hâkim olarak, kuvvetli, belki de biraz zalim olarak yaşamak... Dünyada bundan başka istenecek ne vardır? Hayatını bu gayeye vakfet, görürsün, nasıl birdenbire canlanacaksın!”
Sayfa 55
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.