Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Dilara Keskin

Dilara Keskin
@dlrkskn
Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikayetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını "yaşanmaz"laştıranlardır.
Reklam
"Belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yani hafızanın ambarındaki maskelerin zenginliği ve tesadüfü, onların birbiriyle yaptığı terkiplerin bizi benimsemesidir."
"İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz."
Sayfa 112Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Bir şey unutmuşum gibi geliyor." Gidenlere hep öyle gelir; bir şey unutmuşlar gibi. Oysa zaten bir şey unutmak için gider insan. Giderken bir şey unutmak sorun değil; insan çok daha büyük bir şeyi unutmak için gider. Geride kalanların ne anlamı olabilir ki?
"İlim ehlinin gözden düştüğü bir devrin kurbanlarıyız ve alimlerin çok azı kendilerini gerçek bir araştırmaya vakfetme imkanı bulabiliyor."
Reklam
İstanbul Huzur'u
Boğaz'da ise her şey insanı kendisine çağırır, kendi derinliğine indirirdi. Çünkü burada terkibi idare eden şeyler, manzara, kalabildiği kadar olsa da mimarî, hepsi bizimdi. Bizimle beraber kurulmuş, bizimle beraber olmuştu. Burası küçük camili, bodur minareli ve kireç sıvalı duvarları o kadar İstanbul semtlerinin kendisi olan küçük mescitli köylerin, bazen bir manzarayı uçtan uca zapteden geniş mezarlıkların, su akmayan lüleleri bile insana serinlik duygusu veren ayna taşları kırık çeşmelerin, büyük yalıların, avlusunda şimdi keçi otlayan ahşap tekkelerin, çıraklarının haykırışı İstanbul ramazanlarının uhrevîliğini yaşayan dünyadan bir selam gibi karışan iskele kahvelerinin, eski davullu, zurnalı, yarı millî bayram kılıklı pehlivan güreşlerinin hatırasıyla dolu meydanların, büyük çınarların, kapalı akşamların, fecir kızlarının ellerindeki meşalelerle maddesiz aynalarda bir sedef rüyası içinde yüzdükleri sabahların, garip, içli aksisadaların diyarıydı.
Sayfa 123Kitabı okudu
...unutmanın en emin çaresi hatırlamaktı. Sonra kalbin bütün meselelerini bizzat kendisinden daha iyi halledecek bir kuvvet olmadığını eskiden beri çok iyi biliyordu.
Sayfa 304Kitabı okudu
Çarşısıyla, eviyle, camisiyle, gördüğümüz bu kâbustan uyanmanın bir yolunu bulmalıyız. Yoksa kurduğumuz bu kentler bizi kendilerine benzetecekler ve bu tefekkürsüz, teemmülsüz, zevkten nasipsiz kurgu, bütün bu olumsuz resme rağmen onlarca hadisede kıymetine şahit olduğum bizim çok değerli insan kumaşımıza zarar vermeye başlayacak.
Acaba bir zamanlar şu fâni dünyada neyi baki kılmak istiyorduk ve acaba şimdi dünyayı baki saymakla neleri fâni mertebesinde telakki ediyoruz?
Şu dünyada insan olmaktan başka bir vazifemiz yok. İnsan olabildikçe, insan olmanın ne olduğuna dair de güçlü bir şuur kazanacağız. Bu şuur başka insanlara bakışımızda önümüzü aydınlatacak. Başka insana duyduğumuz hürmet, bizim hürmete layık oluşumuzda temellenecek. Hürmet görebilmek için değil, hürmet görmesek bile cevherimizin hürmete layık olması bakımından hürmet gösteriyor olacağız. Hürmet göstermenin, karşımızdakini yücelten bir şey olmak yerine, bizi yüce kılan, bizim insan olmaya dair şuurumuzu keskinleştiren bir şey olduğunu anlayacağız.
Reklam
Onca insan kaderi, arşın tâ üstünde, bize, onu kendimiz idâre ediyormuşuz gibi, uçsuz bir rahatlık ve serbestlik hissi verecek kadar ince bir sanatla idare ediliyor.
En korkuncu da, "uygar" insanların, İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa' sında pek moda olan ve sonu malum "kuzeyli" ve "güneyli" toplumlar teorisine el altından referans veren bu korkunç tekliflere "mecburen" sıcak baktıklarını söyleyip durmalarıydı. Yani bazı güneylilerin ölmesi kimsenin umrunda değildi, ölmeyenlerin de vasata razı olmaları gerekirdi çünkü "kuzey" de doğmamış olanın kuzeyde daha iyi bir hayat aramaya hakkı yoktu. Başka yerlerde arayabilirlerdi ama kuzeyde değil. Eskiden "ırk" la açıklanan pek çok saçmalık artık "coğrafya", "entegrasyon" ve " kültür" le açıklanıyor, mazeretlendiriliyordu.
...fakat sanki iki şehir de aynı masaldan çıkmış gibiydi ve görünenden öte efsunlu birer öz taşıyordu. "Halep güzel bir prensesse, İstanbul güzel ve ihtişamlı bir kraliçe olmalı ama bir şey muhakkak, o da iki güzelin de aynı sülaleden geldiği."