Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emre Karakuş

Ona göre insan eli üç işe; kadın kalçası okşamaya, at dizgini tutmaya ve kızdığını dövmeye yarardı.
Reklam
Bütün bunlar başınıza niçin geldi, biliyorsunuz değil mi? Çünkü burnunuza layık olduğu hürmeti ve itibarı göstermediniz. Onu beğenmediniz, gereği gibi benimsemediniz! Bir insan her seyden evvel burnuyla anlaşmalıdır. Öbür işler çok sonraya kalır. Burun dışarı hayatın anahtarıdır. Dargın bir burun şahsiyeti dağıtır, yok eder. Halbuki siz burnunuzu kaba, cirkin. kibirli. kıskanç, dedikoducu ve fazla rahatsız edici buldunuz! Kaç defa yolda yürürken onu düşürmeğe, hatta yanlışlıkla bir yerde unutmağa çalıştınız.
Niçin sevdiklerimiz, bizim içimizde geçenleri merak etmezler? Niçin insanoğlu, insanoğluna her şeklinde kapalıdır?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Altı asırlık... Bırak şu altı asrı. Milletimizi duvarın dibine dayamışlar, siz hálá altı asırdan bahsediyorsunuz! Ben size bugune, bu ana ait işten bahsediyorum. Siz hālā, bir devlet-i muazzama dive tutturmuş gidiyorsunuz! Derimiz yüzülüyor, haberiniz yok mu Kabahat kimin? Hürriyet, hürriyet, diye bu milleti batıranlara söyle... Fikirlerle hadiseleri karıştırmayın! Hürriyet, her yerde ve her sart içinde, daima istenecek şeydir. O insanlığın bir merhalesi- dir. Hürriyet için icabında her şey feda edilir, o bir terbiyedir, idealdir. Onunla siyasî hadiseleri, bilhassa bir kısmında şahsen methaldar olduğunuz hataları ne diye karıştırıyorsunuz?
His üzerine terbiyeyi kaldırmalı artık! Bizim için öbür milletlerden daha tehlikeli oluyor. Çünkü bu yüzden hareket ve düşünce hürriyetimizi kaybediyoruz, lūzumsuz maceralara sürükleniyoruz. İki yüz yıldan beri, alalım düşmandan eski yerleri... diyerek yaşıyoruz ve mütemadiyen kaybediyoruz.
Reklam
Oğlum Behçet, sen bir medeniyetin iflåsı nedir, bilir misin? dedi. İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı yapan manevi manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü?... Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.
'Öleceğimi biliyorum Peter, faka anlamıyorum. Bir tek ceset yerine iki ceset olacak, ablamanki ve benimki. Ama kimin ikinci bir cesede ihtiyacı var? Tanrı'nın ke sinlikle yoktur. Bizim bedenlerimizi ne yapsın? Toplumun mu Hayatta kalmama izin verseler bir veya birkaç kitap geçer elle rine; şimdi tek kazanacakları, hiç kimsenin işine yaramayacak bir ceset' dedi.'
Bir adam: "Sen kapa çeneni. Kadınlar savaşta bir şey görmediler." Kadın: "Görmediler mi? Salak! Bütün yük, keder bizde: Cocukların beslenmesi, yaralıların bakımı. Savaş bitince siz hepi- niz kahraman oluyorsunuz. Ölünce kahraman, gazi olunca kahraman, malûl olunca kahraman. Bu yüzden savaşı siz erkekler yarattınız. Sizin savaşınız bu. Siz istediniz, dövüşün öyleyse, kıçımın kahramanları!"
Şimdi, geçmiş zaman diyebileceğimiz o zamanlarda İstanbul evleri üçe ayrılabilirdi. Bunların Boğaziçi'nde su kıyılarında ve ahşap olanlarına yalı; İstanbul'un sayfiye semtlerinde, bahçe içlerinde ve yine ahşap olanlarına köşk; şehirde, ayrı harem ve selamlık daireli ve çokları kârgir olanlarına konak denilirdi. Bu kaçgöç zamanlarında Beyoğlu civarının apartmanlarında ise aileler oturmazlardı.
"Siyaset yapacak seviyeye gelmemiştir bizim insanlarımız. Çünkü hiçbirimizde yeni bir buluş ardında koşmak, yeni bir şey yaratmak gücü ile terbiyesi yok. Siyaset nedir? Topluluk şuurun da bir keşif. Kalabalığı en az yüzyıl sürükleyecek bir hedef icat etmek. Oysa biz icat edilmiş hedefler ve eski keşifler ardında dolaşıp durduğumuz için sonunda gele gele kendi çıkarımızı korumaya geliyoruz. İdealizmi bir türlü anlayamıyoruz. Beni Paris'te müteessir eden de buydu işte. Fransız İhtilali yeni bir buluştu. Bizse o buluştan yararlanmaya, hem de teker teker keselerimizi doldurmak anlamında yararlanmaya kalktık, anlıyor musun? İşin bamteli buradadır. Çünkü siyaset yararlanmak için değildir."
Reklam
Milādi tarihin ilk asırlarından yıkılan Roma medeniyeti- nin tozu toprağı içinde gördüğümüz Barbarlara, on doku- zuncu asrın eşiğinde tekrar rasgelmiş oluyoruz. Bunların size uhuvvet [kardeşlik], müsavat [eşitlik] ve hürriyet birtakım ve güzel şeylerden bahsedişle- rine inanmayınız. Yalan söylüyorlar ve söyledikleri yalanla hem sizi, hem kendilerini aldatıyorlar. Onların açtığı ihtilā- lin çocuğu, bugünkü medeniyet de anın [onun] için lüzum- suz yere birtakım yalanlar üstüne dayanıyor ve çelik adalatı- nı [kaslarını] bu yalanlarla süslüyor.
"Bir zamanlar bana mutluluğundan bu şekilde söz etmi yordun, -diye geçirdim içimden.- Mutluluğun ne kadar bu yük olursa olsun sen hep daha fazlasını istediğini söylüyor dun. Şimdi ise benim ruhumda dile getirilmemiş pişmanlık ve dökülmemiş gözyaşları varken sen huzurlu ve mutlusun." -Ben de iyiyim, -dedim,- ama karşımdaki her şey
"Tanrım! -diye düşün- düm,- bir suçum varsa bağışla beni, ya ruhumdaki güzel olan her şeyi bana geri ver ya da ne yapmam, nasıl yaşamam gerektiğini göster."
"Aziyade," dedim, "dinlemiyor musun beni?" "Hayır," diye karşılık verdi. Ve pes bir sesle şu tatlı ve yabanıl sözleri söyledi bana: "Senin ağzını yerim ben!"
Şurada burada yanan bir lambadan kaldırıma bir demir pencere kafesi gölgesi vurduğunu görürseniz, sakın o önü kafesli açıklıktan içeri bakmayın, o lamba üstlerinde sarıklar duran koca sandukaları aydınlatan bir türbe kandilidir. De- mir kafesli pencere önünde sizi boğazlasalar hiç kimse yar- dımınıza gelemez. Sabaha kadar titrek ışıklarıyla yanan bu kandiller insana karanlıktan daha az güven verir.
Burada Doğulu genç oğlan köçekler Osmanlı adaletinin her türlü sabıkalılarından oluşan bir seyirci önünde kösnülü danslar yapıyorlardı, tiksindirici yenilikte bir cüm- büştü bu. Sodom'un parlak zamanlarına yaraşır bu gösterinin sonundan bağışlanmayı diledim ve gün ağarırken eve döndük.
Reklam
Kendimizi neden başkalarından daha çok severiz? Kendimizi başkalarından daha çok sevgiye değer gördüğümüzden. Eğer başkalarını kendimizden daha iyi görmüş olsaydık o zaman onları kendimizden daha çok severdik, oysa bu hiç mümkün değildir.
Öyle anlar olur, gelecek insana o kadar karanlık görünür ki, insan akıl gözlerini bu karanlığın üstünde durdurmaya korkar, aklının faaliyetini tamamen keser ve kendini bir geleceğin olmayacağına, geçmişin de olmadığına inandırmaya çalışır.
Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna, bitince yeniden başlayamazsın, ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karışık ve anlaşılmaz olursa olsun o kitap, bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin.
Gülerler: Ne tuhaf şu ihtiyarlar, gülerler, nasılsınız Babaanne, gülerler, televizyon nedir biliyor musunuz, gülerler; niye aşağı inip bizimle oturmuyorsunuz, gülerler; dikiş makineniz ne güzel- miş böyle, gülerler; pedalı da var, gülerler; yatarken bastonunuzu niye yatağınıza alıyorsunuz, gülerler; sizi arabayla gezdirelim mi Babaanne, gülerler; sabahlığınızın işlemeleri ne güzel böyle, gülerler, seçimlerde niye oy atmadınız, gülerler; niye hep dolabınızı karıştırıyorsunuz, gülerler; bana bakarken niye gülüyorsunuz hep öyle desem, gene gülerler, gülerler ve gülmüyoruz ki Babaanne derler, gene gülerler.
Bir kız çocuk, elinde bir deste maydanoz, takunyalarını tıkırda- tarak geçiyor. Komşu Gaffar'ın oğlu, iki boş küfeyi bostan kapısın- dan sokmaya uğraşıyor. İki hanım, belli ki, uzakça bir yere gitmiş ve geç kalmışlardı, hızlı hızlı eve dönüyorlar. Mutfakta annesinin takunyalarla dolaştığı duyuluyor... "Hayat ne tatlı şey" diye düşün- dü. Insanın ömrü olmalı da yaşamalı...
şeyler böyledir. Tilkinin kuyruğu gibi. Kafanın bir biçimsiz yerine sıkıştı mı çıkmaz. Salim Bey bu rahatsızlıkla, bu Feministi o kadar sordu ki, sonunda adı "Feminist" kaldı. Dahası, ona bu adın nereden kaldığını bilmeyenler, onu bu meslek sahiplerinden biri sandılar; kadınlar müsamerelerinde konferans vermeye çağırıyor- lar, yeni çıkan gazeteler kadın sahifeleri için ondan yazı istiyorlar.
Reklam
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya Bir ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız Seni bir öpsem ikinin hatırı kalıyordu İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra Sonrası iyilik güzellik.
'Vergi vereceksiniz, gelin!" deriz; dağa çı- karsınız. Yol yapacağız, kazmanızı alın gelin!' deriz; tarlalara savuşursunuz. 'Oy atacağız, toplanın!' deriz; kah- veden çıkmazsınız... Sonra Osman, öküzünüzü öldürür, hükümet kapısına koşarsınız. Hüseyin, kızınızı kaçırır, konak kapısını aşındırırsınız. Hatta girme deseler kapıyı kırarsınız!"
"Yalnız kalan insan ne yapar: Düşünür, dalar, bir şey okur, hayal kurar. Bolayır'ın kendinin de belki pek far- kında olmadığı, belki üzerinde durmadığı meziyetlerinden biri de muhayyilesinin olmayışıdır. Ne rahatlık değil mi?.."
Babamız medreselidir bizim... Medreseler kapanınca Çorum Adliyesi'ne mübaşir durdu benim babam... Sonunda, bu Cumhuriyet hükümatı adam bulamadı, babamızı alıp sorgu yargıcı yardımcısı dikti. Ardından yeni harfler gelince n'apsın derbeder? Bizi yanına aldı ki, Ankara'dan gelen yazıları okuyalım... Ayrıca, sorgularda tutanak tutalım! Babamı partici aldı Halk Partisi... Aslına bakarsan şuncacık bebeyken biz partici kesildik.
Anadolu'da ilkçağın eserlerini hep Hıristiyanlar yok etmiş. Bizanslılar dünya harikalarının taşlarını, mermerlerini taşıyıp kilise yapmışlar, heykelleri parçalayıp yazı anıtlarını yakmışlar. Hıristiyan ortaçağının yıkıcılığından, yağmacı- lığından ne kurtulmuşsa, onu da XVIII.-XIX. yüzyıllarda Fransızlar, İngilizler, Almanlar gelip almışlar, müzelerine götürmüşler. Sonra da barbar Türkler, yıkıcı Türkler deyip suçu bize yüklemişler. Bu haksızlığı temizlemek yalnız hak- kımızdaki kötü kanıyı değiştirmekle olmaz. Avrupa bir gün, bizden aldığı bunca eserleri bize geri vermelidir.
felsefe okudumsa iktisat okudumsa geceyarılan boğazım kurumuş içim bir kalabalık sıcacık mısralar okudumsa yunus'dan senin için okudum geceyarıları