Belki çocukça bir fikirdir, felsefe kitaplarında yeri yoktur ama ben saadeti ikiye ayırırım. Başkalarından alınan saadet, başkalarına verilen saadet. Benim için hakiki saadet başkalarına verilen saadettir.
Devlet, üst katları geniş ve büyük pencereli, yüksek tavanlı, havadar ve aydınlık; aşağı ve bodrum katları ise, karanlık, rutubetli, dar ve penceresiz bir şato değildir.
Bir Rembrandt'ın, bir Beethoven'in, bir Dante'nin, bir Napoléon'un nasıl yaşadığı hakkında zerre bilgisi olmayan birinin, kendini büyük bir insan olarak görmesi, fevkalade sıradan bir durum değil mi?
Ben bilmek istiyorum, hayat gerçekten bir avuç yerde durmadan dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüp gitmek mi yoksa bu dünyada başka türlü yaşamak da mümkün mü?
O gece Baba'nın uyumasını bekledim, sonra bir battaniyeyi ikiye katladım. Seccade olarak kullandım. Başımı yere eğdim, Kuran'dan yarım yamalak anımsadığım duaları (Kabil'de molların bize ezberlettiği sureleri) okudum; kısacası, varlığından hiç de emin olmadığım Tanrı'dan yardım diledim. Şu anda mollayı, imanını ve Tanrı'ya duyduğu mutlak güveni fena halde kıskanıyordum.