Gönderi

Türkleri sevmiyordu, İslâm tasavvuf kültürünü en iyi bilen bir insan olmasına rağmen, Tasavvufta Hâcegan sınıfını, Hazreti Mevlânâ’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Yunus Emre’yi, Hacı Bayram Veli’yi, Şabanı Veli’yi, velhasıl Horasan’dan gelen ve Anadolu’da mekân tutan, Anadolu’da yatan bütün büyük Velileri Ahmed-i Yesevî Hazretleri, dahil olmak üzere hiç birini ya bilmiyor, veya bilmemezlikten geliyordu. Massignon için yalnız Bağdat’ta ve Endülüs’te yetişen Veliler vardı. Şüphesiz Bağdat ve Endülüs ne büyük, ne azametli Veliler yetiştirmiş, fakat Türkistan ve Anadolu Evliyalarını da bilmemezlikten gelmek ve sadece Hallac-ı Mansur ve Şeyhül Ekber ibni Arabi ile yetinmek, insanda bir boşluk bırakıyordu. İbnü'l-Arabî’nin, Anadolu’ya geldiğini, bir Türk Hanımı ile evlendiğini, ondan bir oğlu olduğunu ve yetiştirdiği en büyük, belki tek hâlifesinin de bu mübarek Hatunun ilk zevcinden olan oğlu Sadrettîn-i Konevî Hazretleri olduğunu unuturlar, kasten unuturlar. Halbuki Endülüs ve Şam kadar Anadolu ve Konya’nın da Şeyhül Ekber’in hayatında yeri vardır ve hiç olmaz ise, onlar kadar vardır. Mösyö Massignon, bir gün derste Kur’an-ı Kerim’de geçen «Ye’cüç ve Me’cüç» lerin Türk olduklarını alenen ve ders olarak takrir verdi. Beynim atmıştı, bu sefer, ben onu kapıda bekledim ve yakaladım, sordum: — Evet, dedi, bunu İslâmiyet! kabul etmeden evvelki Türkler için söyledim, Türkler İslâmiyet'i kabul ettikten sonra böyle bir şey mevzu-u bahis olamaz ve fakat, dedi, İslâmiyet'ten uzaklaşırlarsa yine «Ye’cüç - Me’cüç» olurlar, bunu da iyi bilsinler ve dikkat etsinler, dedi ve sözünü kesti.
Sayfa 171 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
·
62 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.