Gönderi

“Çünkü mısralar insanların sandığı gibi duygular değil, tecrübelerdir. Bir mısra uğruna birçok kent, insan ve başka şeyleri görmek, hayvanları tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu hissedebilmek ve küçük çiçeklerin sabahları açarken nasıl titreştiğini bilmek gerekir. İnsan yabancı çevrelerdeki yolları, beklenmedik karşılaşmaları ve uzun zamandır yaklaşmakta olduğunu sezdiği vedalaşmaları anımsayabilmeli, hala anlaşılmamış çocukluk günlerini; bizi sevindirmek için bir şey yaptıkları zaman anlamayıp kırdığımız anne babaları; derin ve ağır değişikliklerle birlikte nükseden çocuk hastalıklarını; sessiz ve kapanık odalarda geçen günleri, deniz kenarındaki sabahları, başlı başına denizi, denizleri; yükseklerde süzülen ve yıldızların hepsiyle uçan gece yolculuklarını hatırlayabilmeli ama bütün bunları anımsayabilmek yetmez. Hiçbiri birbirine benzemeyen birçok aşk dolu geceyi anımsayabilmeli, doğuran kadınların çığlıklarını ve içine kapanık uyuyan, hafif, beyaz lohusaları. Ölenlerin de yanında bulunmalı, açık penceresinden içeri kesik kesik gürültüler dolan salonlarda bulunan ölülerin baş ucunda oturmalı. Bu da yetmez, anılar da yetmez. Çok olduklarında bunları unutabilmeli ve bunların yeniden geri gelmeleri için, o büyük sabra sahip olmalı. Çünkü anılarla da bitmez. Ancak içimizdeki kana dönüştüklerinde, bizde bakış ve davranış olduklarında, isimsizleştikleri, artık bizden ayırt edilemedikleri zaman, işte o ancak o zaman, çok ender rastlanılan bir vakitte, bir mısranın ilk kelimesi, anıların arasından, anılardan çıkıverir.”
·
52 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.