Gönderi

"Gence" diye bağırdı yaşlıca bir kadın, "Şehrin ahalisi Türk'tür oğul." Bu kez "Ana, su!" diye bağırdı genç zabit. Yaşlı kadın bakır ibrikten çinko, kırık bir tasa doldurduğu suyu pencereye doğru uzatmak istedi fakat boyu o kadar kısaydı ki mümkünü yoktu. Yanaklarından sağlık fışkıran genç bir kız durumu fark etmişti o sırada. Kimsenin kimseye yardım edecek hali, vakti yoktu. Bir an sağına soluna bakman genç kız, fazla düşünmedi, yaşlı kadını bir çocuk gibi kucaklayıp pencereye doğru kaldırdı: "Dökme anne. Sıkı tut." Su, yerine ulaşmıştı. Bu sahne zabiti bile gülümsetmişti. O gülümseme arasında kızla göz göze geldi. "Adın ne?" diye bağırdı pencereye doğru kız. Cevap geldi. "Murat." "Peki ya senin?" "Bulak." Hepsi bu. Keskin bir düdük öttü. Lokomotif hareket etmişti. Esir treninin demir tekerlekleri demir rayların üzerinde önce ağır ağır sonra hızlı hızlı dönmeye başladı. Kadınlar biraz daha koştular gürültüyle ilerleyen vagonların arkasından, derken aradaki mesafe açıldı. Sonunda tren son vagonunu da toplayarak sarsıla sarsıla istasyondan çıktı. Yükünü bırakmış alacağını almıştı. Tren uzaklaştıktan sonra istasyona bir ölüm sessizliği çöktüyse de uzun sürmedi, erkekler taşların üzerine atılmış dört cesedin başına toplandılar hızla. Önce kolu bacağı bir yana savrulmuş bedenleri saygıyla düzelttiler. Yanlarındaki battaniyeleriyere yaydılar. "Haydi!" dedi içlerinden biri, demin Rus komutanla konuşan genç adamdı bu, "Haydi bismillah." Cesetlerin her birini mukaddes bir şeyi incitmekten korkarcasına saygıyla, nezaketle, şefkatle ve tekbirler eşliğinde battaniyelerin üzerine uzatıp yüzlerini kıbleye çevirdiler. Settarhan gayriihtiyarî onlara doğru yürümüştü. Demin konuştuğu adam Settarhan'a baktı, "Haydi!" dedi, "El at sen de. Arabalara kadar taşıyalım şu garibanları." Arabalar istasyon içine alınmamış, dışarıda bekletiliyordu.
·
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.