<< Bir şey oldu, ana!>> diye bağırdı Aliman, koşmaya başladı.
Bir orakçının sözleri içimi parçaladı o anda:
<<Biri makaslara takılmış olacak! Belki de ezilmiştir! Koş!>>
Herkes Aliman'ın ardısıra koşuyordu artık.
Ben de başladım koşmaya. Koşarken de ellerimi kaldırıp, <<Tanrı Korusun! Tanrı Korusun!>> diye yakarıyordum. Hendeği atlarken düştüm, kendimi toparlayıp ayağa kalktım sonra, yeniden koşmaya başladım. Buğdayların üstünden nasıl koşmuşum! Bağırmak, ötekilere beni beklemelerini söylemek istiyordum ama, sesim çıkmıyordu ki!
Biçerdöğerin yanına vardım sonunda. Her kafadan bir ses çıkıyordu ama, tek kelime bile duymuyordum ben. <<Durun! Geçeyim!>> diye bağırarak kalabalığın arasına daldım. Yol açtılar bana. Kasım'la Aliman'ı biçerdöğerin yanında görünce titreyen kollarımı kör kadınlar gibi ileri uzattım. Kasım bir adım yaklaşıp bana sarıldı.
<<Savaş çıkmış ana!>> Uzaklardan, çok uzaklardan geliyordu sesi.
Şaşkın şaşkın Kasım'a baktım.
<<Savaş mı? Savaş mı dedin?>> diye sordum.
<<Evet, ana. Savaş.>>