Sanki vazifemmiş gibi yıldızların çobanı oldum, Sabitini de, hareketli olanlarını da güdüyorum. Hepsi ruhumun gecesinde tutuşup alevleniyor, Geceyle onlar karasevdamın ateşine benziyor.
Sevdalanma samimi olduğunda, âşık iştahla yemek yemeye başlamışken, aklına sevgilisi gelir gelmez lokmalar boğazında dizilir kalır. Su içecek olsa ümüğünden geçmez. Şen şakrak, güzel güzel konuşup dururken aklına sevgilisi gelmeye görsün, ne dediğini bilemez hâle gelir. Konuşmayı bırakır, suskunluğa bürünür, gözlerini yere diker, yüzü buz keser. Daha demin güleç ve capcanlıyken, şimdi kasvetli, bitkin, şaşkın, hareketleri donuktur. En ufak bir kelime kendisine batar, en basit bir soru onu çileden çıkarır.
Aşk yıpratıcı bir hastalıktır. Fakat açtığı yaralarla orantılı olarak kendi merhemini de özünde taşır. Aşk hastalığı, tutulanın hoşlandığı bir hastalık, arzuladığı bir işkencedir. Ona yakalanan, şifayı, ıstırabını çeken de kurtulmayı istemez. Aşk insana eskiden iğrendiği şeyleri son derece hoş ve sevimli gösterir. Daha önce zor gördüklerini kolay şeylere dönüştürür. Doğuştan gelen huylarını ve önceki mizacı bile değiştirip tersine çevirir.
İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. Matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenecek ve yeni bir hayata doğru yürüyecekti.
Bir şehirde toplanmış kırk er görüyorum. Aralarında sen de varsın.
Yağmur yağıyor. Irmağın kıyısında dövüşüyorsunuz. Budun kurtuluyor.
Adınız unutulmayacak. Bin üç yüz yıllık ölümden sonra dirileceksiniz.
Acunun batımına dek adınız gönüllerde kalacak...