Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Betül

Hangi durumda olursa olsun, sizin için anlam taşıyan şeylere dikkat göstermeniz çok daha kolay, anlamsız görünenlere dikkat göstermeniz daha zor olacaktır. Sizin için anlamdan yoksun bir şey yapmaya çalışırken dikkatiniz sık sık dağılacak, tutunamayacaktır.
Reklam
Onca zaman ayırdıkları tabloları bitirdikten sonra, yaptıkları şeyi zafer sevinciyle seyrediyor, başkalarına gösteriyor, övgü peşinde koşuyor değilmiş sanatçılar. Hemen hepsi bitirdikleri tabloyu kenara koyup bir diğeri üstünde çalışmaya başlıyormuş. Skinner haklı olsaydı -insanlar sadece ödül kazanmak ve cezalandınlmamak için bir şeyler yapıyor olsaydı- sanatçıların bu davranışı açıklanamaz olurdu. İşinizi yaptınız sonuçta, ödülünüz önünüzde duruyor, tadını çıkarsanıza. Ama ödüller yaratıcı insanların pek ilgisini çekmiyor gibiymiş; çoğu parayla bile ilgilenmiyormuş. Mihaly'nin daha sonra bir söyleşide söylediğine göre, "İşleri bittikten sonra onaya çıkan nesne, sonuç önemli değildi".
İnsanların çok çok hızlı okumasını sağlayabilir miyiz sorusunu cevaplamak için yıllarca uğraş veren biliminsanları olmuş. Bunun mümkün olduğu, ama her zaman bir bedeli olduğu ortaya çıkmış. Sıradan insanları çok daha hızlı okuma yapabilir hale getirmiş bu ekipler; biraz eğitim ve pratikle oluyormuş bu iş. Gözlerini kelime­lerin üstünde hızla gezdirip gördüklerinin bir kısmını akılda tutabiliyorlarmış. Ama sonrasında okuduktan şey hakkında test edildik­lerinde, ne kadar hızlı okudularsa o kadar az şey anladıktan ortaya çıkmış. Hızın artması anlayışın azalması anlamına geliyormuş. Son­rasında profesyonel hızlı okuyuculan inceleyen biliminsanlan, biz­den bariz daha iyi durumda olsalar da aynı şeyin bu insanlar için de geçerli olduğunu öğrenmiş. İnsanlann enformasyon özümseme hı­zının bir üst sının olduğu, bu bariyeri aşmaya çalıştığınızda beyni­nizin anlama kabiliyetini aştığınız ortaya çıkmış.
Sayfa 42

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Süratin insana çok iyi hissettiren bir tarafı var. Buna bu kadar gömülmüş hissetmemizin bir nedeni harika bir şey olması, değil mi? Bütün dünyayla bağlantı içinde olduğunuzu, her­hangi bir konuda olup biten her şeyi öğrenebileceğinizi hissediyor­sunuz." Gelgelelim maruz kaldığımız enformasyon miktarında ve bu enformasyonun geliş hızında meydana gelen muazam artışın bir bedeli olmadığını söylüyoruz kendimize. Bu bir yanılgı: "Çok yo­rucu hale geliyor." Daha önemlisi, "her türlü boyutuyla derinliği fe­da ediyoruz," diyor Sune. "Derinlik için zaman gerekiyor. Derinle­mesine düşünmek gerekiyor. Her şeye yetişmeniz, her dakika e-pos­ta göndermeniz gerektiğinde derinliğe ulaşacak zamanınız olmuyor. İlişkilerde derinlik için de zaman gerekiyor. Enerji gerekiyor. Uzun zaman aralıkları gerekiyor. Kendinizi adamanız gerekiyor. Dikkat göstermeniz gerekiyor, değil mi? Derinlik gerektiren her şey zarar görüyor. Yüzeye doğru çekilip duruyoruz."
Sayfa 40
"Dikkatini dağıtan şeylerden uzaklaştığında, dikkatini dağıtarak kaçtığın şeyleri görmeye başlı­yorsun,"
Sayfa 34
Reklam
Kendiliğinden oluşmuşa benzeyen doğal bir peyzaj yaratılmak istenmiş ve bu aldatmacada handiyse başarılı da olunmuş. Ama mimarinin titizlikle dikkate alınması ve göle doğru eğimli arazinin özenle işlenmesi, burada doğanın ve yabani bitkilerin değil, kültür, akıl, irade ve yetiştirme çabasının işbaşında olduğunu apaçık gösteriyor. Park biraz kendi haline bırakılsaydı, biraz ihmal edilse ve yabanileşseydi daha güzel olurdu herhalde; o zaman patikaları otlar bürür, taş merdivenlerin ve kenar taşlarının arasında eğreltiotları büyürdü; çimler yosunlanır, süs amaçlı yapılar yıpranır, her şey doğanın rasgele üreme ve çöküş dürtüsünü yansıtırdı; vahşi doğanın ve ölüm düşüncesinin bu soylu, güzel dünyaya girmesine izin verilir, devrilen ve ölen ağaçların cesetlerinin ve kütüklerinin üzerine yosunsu cüce bitkilerin tırmandığı görülürdü. Bir zamanlar parkı tasarlayıp kurarken her şeyi ince ince planlayan o güçlü insan aklı ve kültür iradesi ona bugün de hâkim, onu bugün de koruyup kolluyor ve vahşi doğaya, sallapatiliğe, ölüme hiç alan bırakmıyor. Ne otlar fışkırıyor patikalarda, ne de çimlerde yosunlar; ne meşenin tepetacını komşu sedir ağacına fazlaca yanaştırmasına müsaade ediliyor, ne de sarmaşık kafeslerinin, cüce ve salkınalı ağaçların yetiştirilmiş olduklarını unutmalarına ve tasarlandıkları, budandıkları, eğilip büküldükleri yasadan kaçıp kurtulmalarına izin veriliyor.
Çocukluk anıları bazen sonradan yaşananların altında kalıp silikleşir; yetişkinlerin dolabının dibinde unutulan oyuncaklar gibidirler ama asla sonsuza kadar kaybolmazlar.
İz bırakmak. Işık yardımıyla. Karanlıklar arasına bir ışık doğrultmak ve orada güzel bir hikâye yaşatmak. Herkesin uzaktan yüzünü buruşturduğu çamurlu bir yolun üzerinde doğru açıyı bulup göründüğünden çok daha fazlası olduğunu ispat etmek. Bir yüzün fotoğrafçının açısıyla kaç farklı şekil de görünebileceğini ortaya koymak. İz bırakmak. Geçtiğin her yeri güzelleştirerek ya da bazen yalnızca gerçek görüntüyü ölümsüzleştirerek. Bazen yaşanan acıların unutulmaması için iz bırakmak. Bazen yalan söyleyerek, bazen her şeyi daha karamsar hâle büründürerek ama nasıl olursa olsun çektiğin her fotoğrafla hayata bir iz bırakmak. Gördüklerinden, yaşadıklarından, hissettiklerinden kalan izler.
"Durum şu ki doktora için yeterince iyi olup olmadığınızı ben bilemem. Ama zaten kendinize sormanız gereken soru bu değil. Akademik çevre öyle bir yerdir ki ağzınız la kuş tutsanız kimseye yaranamazsınız. Önemli olan, bu hayata adım atmak için yeterince iyi bir sebebiniz olmasıdır. Peki, neden doktora, Olive?"
Cevap hiç umrunda değil, Cai Singh soruyu soran olmak istiyor, Cai Singh suyla yatıştırılan susuzluğun ona tekrar işkence edeceğini biliyor, Cai Singh onu susuzluktan ancak su olmanın kurtaracağını biliyor.
Reklam
Burada yılanbalıkları ya da yıldızlardan bahsetsek de aslında insana kafa yoruyoruz; müzikten, aşk kavgalarından, mevsimlerin ritimlerinden gelen bir şeye, benzerliğin süngerde, ciğerde, kalbin kasılmasında sezdiği bir şeye, sözlüklere geçmemiş kelimelerle başka bir anlayışa doğru yönelmeyi kekeleyen bir şeye.
Çok hızlı ve son derece yaygın öteki kitle iletişim araçlarının utku kazandığı, her iletişimi tek- biçimli ve türdeş bir görünüm içinde eşitlemeye kalkıştığı bir çağda edebiyatın işlevi, farklı olduğu için farklı olanlar arasında iletişim kurmaktır: Farklılığı silikleştirmeyip aksine yücelterek, her yazılı dilin kendine özgü anlatım özelliklerini gözeterek.
Sayfa 57 - hızlılık
İnsani yaşam alanının ağırlığa mahkûm edildiğini hissettiğim anlarda, Perseus gibi bir başka mekâna uçmak zorunda olduğumu düşünürüm. Düş ya da usdışının alanına kaçışlardan söz etmiyorum. Kastettiğim şu: Yaklaşımımı değiştirmek, dünyaya başka bir açıdan, başka bir mantıkla, başka bilme ve doğrulama yöntemleriyle bakmak zorunluluğunu duyarım. Benim aradığım hafiflik imgeleri, düşlerin tersine, bugünün ve geleceğin gerçekliğinden kopup çözülmemeli.
Sayfa 21 - hafiflik
İnsanların sorunu şu: Bir alanı doldurduktan sonra, artık insan diğerlerini görüyor, alanı değil. Büyük ve ıssız araziler, içlerinde bir ya da birkaç insan barındırıyorsa, büyük ve ıssız olmaktan çı­kıyor. Bakışların neye dokunacağını insanlar tanımlıyor. İnsanla­rın bakışları neredeyse her zaman diğerlerinin üzerinde. Böylelikle bu dünyada insanların, insan olmayanlardan daha önemli olduğu yanılsaması yaratılıyor.
İyi günde, kötü günde, demiştik evlendiğimizde. Sorun, aynı günün, biri için iyi, diğeri içinse kötü olabilmesinde elbette.
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.