Bir keresinde, “Gençliğimde yüce işler başaracağıma inanırdım," dedi. "Duygularım engindi, ama bir yandan da büyük başarılara imza atmamı sağlayacak serinkanlı bir muhakeme gücüne sahiptim.Kendime verdiğim bu değer, çoğu insanın katlanmayacağı durumlarda ayakta kalmamı sağladı, çünkü anlamsız bir kedere saplanarak insanlığa faydalı olabilecek yeteneklerimi boşa harcamanın büyük bir günah olduğuna inanıyordum
Bir fikrin başarısı, özünde var olan değerden ziyade çağdaşlarının tutumuna bağlıdır. Zamanlıysa hemen uygulamaya geçilir, zamansızsa, güneşin sıcağına aldanıp topraktan baş veren bir filiz gibi, bastıran donla büyümeden ölür.
Türler arasındaki rekabet evrimsel açıdan çok önemlidir. Bu olgu bir arada yaşayan türler üzerine merkezkaçlı bir seçilim baskısı yapar. Bu, hem simpatrik türler arasında morfolojik farklılaşmayı hem de nişlerin birbirleriyle çakışmadığı alanlara
doğru genişlemesi eğilimini ortaya çıkarır. Darwin bunu farklılaşma ilkesi olarak adlandırdı. Rekabetin türlerden birinin soy tükenmesine yol açtığı durumlar "tür seçilimi" olarak adlandırılır.
Rus biyolog Gause laboratuvarda iki türle çok sayıda deney yapmış ve bu deneylerde sadece tek tip bir kaynak bulunduğunda, türlerden bir tanesi ortadan kalkmıştır. Bu deneyler ve arazi gözlemlerine dayanarak, rekabetçi dışlama denilebilecek bir yasa formüle edildi. Bu yasaya göre iki tür aynı nişe yerleşemez.
Ekologların sormaya başladığı temel sorulardan bazıları şunlardı: Niçin çok sayıda tür vardır? Bu türler çevredeki kaynaklan kendi aralarınnda nasıl bölüşürler? Niçin çoğu çevre, çoğu zaman görece kararlıdır? Bir türün esenliği ve popülasyon yoğunluğu daha çok fiziksel etmenler tarafından mı, yoksa biyotik etmenler -birlikte yaşadıkları diğer türler- tarafından mı kontrol edilir? Bir türün çevresiyle başa çıkabilmesine izin veren fizyolojik, davranışsal ve morfolojik
özellikler nelerdir?
Bu dünya görüşüne göre doğadaki her şey uyum içindeydi,çünkü Tanrı başka türlü olmasına izin vermezdi. Var olma mücadelesi kötücül bir şey değildi; doğadaki dengeyi korumak üzere programlanmıştı. Her ebeveyn çifti aşırı sayıda yavru üretse de, bunların sayısı popülasyonun kararlı durumunun sürdürülmesi için gereken düzeye indirilmekteydi. Her nesilde bu sayıların azalmasından sorumlu etmenler iklimsel nedenler, yırtıcılık,hastalıklar ve üremedeki başarısızlık ve diğer nedenlerden oluşuyordu. Doğal dinbilimci için doğa, iyi programlanmış bir makine gibi işliyordu.
Evrimsel önemi en fazla olan moleküler buluşlar şöyledir: (1)
Yeni bir organizmanın yapı taşlarını genetik programın (DNA) kendisi sağlamaz; genetik program sadece fenotipin yapılması için gerekli bilgidir (mavi kopya). (2) Nükleik asitlerden proteinlere doğru giden yol tek yönlü dür. Proteinlerdeki bilgi nükleik asitlere doğru geri yönde translasyona uğramaz; "yumuşak kalıtım" diye bir şey yoktur. (3) Sadece genetik şifre değil, temel moleküler mekanizmaların pek çoğu en ilkel prokaryotlardan yukarıya tüm organizmalarda aynıdır.
Moleküler biyolojinin ortaya koyduğu bulguların Darwin kuramının değiştirilmesini zorunlu hale getirdiği zaman zaman dile getiriliyor. Ancak durum böyle değildir. Moleküler biyolojinin evrimle ilgili bulguları, genetik değişikliğin doğası, kaynağı ve miktarıyla ilişkilidir. Transpazonların varlığı gibi bazı bulgular sürpriz niteliğindedir, ancak bu yeni moleküler keşiflerin yarattığı degişikliklerin tümü sonuçta doğal seçilimi açıklar ve dolayısıyla Darwinci sürecin bir parçasıdır.
Herhangi bir gen, doğrudan doğruya değil, tüm genotip kapsamı içinde seçilime tabi olduğu ve farklı genotiplerde farklı seçici değerlere sahip olabileceği için, genin seçilimin hedefi olması uygun görünmemektedir.
Toplu soy tükenmeleri bize evrimin transformasyonal evrimin ortaya koyduğu gibi, sürekli olarak daha mükemmele doğru yaklaşmak değil, "en iyi" olanın bir felaket sonucunda aniden yok olabileceği ve evrimsel sürekliliğin bu felaketten önce hiç ümit vadetmeyen filetik soy çizgilerince sağlanabilceği, tahmin edilemez bir süreç olduğunu hatırlatır.
OKUMUŞ BİR İŞÇİ SORUYOR
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce
Ah, bayım,”diyordu adam, “mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan.”Evet, ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin o kutsal masumluğunu
yitirdik biz.