Orhan Pamuk'un okuduğum ilk ve tek romanı. Pek çok arkadaşımın önerisi üzerine büyük bir heyecanla okumaya başladım. Ancak ya ben duygusal yönü kuvvetli biri değilim ya da kitap bana kendini anlatamadı.
Kitap eski İstanbul'u, insanların yaşayışlarını, değer yargılarını çok güzel anlatmış. Çevreyi ve yaşayışı betimlediği satırlarda adeta kendimi kaybettim; orada yoldan geçen ya da kapı arasından onları dinleyen biri oldum ve keşke kitap sadece o anlarda kalsaydı.
Bu kitaba patolojik derecede tapan pek çok insan var; onlardan özür dileyerek kitaptaki aşktan ziyade pişmanlığın konu edildiği ana temanın bende uyandırdıklarına kısaca değinmek istiyorum. Hani bi arkadaşınız vardır ne sevmeyi bilir ne de sevilmeyi ama her gün size aşk ve özlem hakkında ahkam keser. Hep "ah şöyle yapaydım, böyle edeydim. Çok canım yanıyor" der. Siz de "acısı var, dinleyeyim" dersiniz. Günlerce dinlersiniz ve bir süre sonra içten içe çığlıklar atmaya, ona da aşkına da için için küfür etmeye başlarsınız ya işte bu kitaptaki aşk benim için budur.
Kemal'in Füsun'a duyduğu aşk masumiyetten ziyade, tüm kadınlar benim olmalı mottosunda gezen, ne yardan ne serden vazgeçen, sonunda da elinde koca bir hiç kalan ergenden biraz hallice bir adamın duyabileceği çirkinlikte bir aşktı. Bana dokunamadı.