sıradan bir adam, İstanbul' dan kalkıp Marakeş'e, Mezopotamya'ya, Kahire'ye, Mekke'ye, Şam'a, Bakü'ye, Tahran'a, Şiraz' a, Kabil'e, Lahor' a, Kalküta'ya ve Semerkant'a gitse, bu beldelerin hiç birinde kendini tamamıyla yabancı hissetmez; hiç olmasa yanı başındaki Sofya, Atina vs. deki kadar kendini başka bir çevrede, başka bir hava içinde duymaz; kendini az çok alışmış olduğu levhalar, şekiller, hareketler ve tavırlar arasında görür. İnsanların giyiniş tarzları, geçim şekilleri, adet ve halleri az çok onun kendi evinde alıştıklarına benzer. Aynı sarık, aynı aba, kadınlarda aynı örtünmeler, aynı camiler, aynı ibadetler, aynı ezan, aynı ayinler, aynı dualar ve benzerleri. Bu benzeyiş yalnız görünüşle de kalmaz. Daha ileri gider: Zihniyetlere, zekalara, zekanın meşgul olduğu konulara kadar yayılır. Sıradan bir İstanbullu, sıradan bir Marakeşliyi, bir Kabilliyi, bir Kalkütalıyı, kendisi gibi düşünür, kendisini meşgul eden konularla uğraşır, onlarla aynı surette telakki eder, görünür.