Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
SANAT ADAMI ATSIZ RUHLARA İŞLEYEN ŞİİR. Atsız'ın sanat hayatı şiirle başlar. Biz de onun şiiriyle başlayalım.
İstanbul 'un işgali
"...İngilizlerin bir askeri bandonun mızıkacılarını silahlı asker sanıp öldürmeleri Türklere çok acı gelmişti....bütün evleri araştırdılar,mezarlıklardaki kabirleri deşerek içinde silah saklı olup olmadığına baktılar....Rauf Bey neşeli görünmeye çalışarak "Bırakın gelsin alçaklar,"diyordu "Buradayız işte."parlementonun kendi kendine dağılması değil işgal kuvvetlerince dağıtılması gerektiğini ileri sürüyordu.........İki yanında süngü takmış İngiliz erlerinin sıralandığı sokaktan geçerek Yıldız sarayına gittiler....."şu sular bu kafirlerin gelebilecekleri en son yerdir Anadolu çelik gibidir.Mücadelesinde başarıya ulaşacak. ""
Sayfa 305 - RAUF BEYKitabı okuyor
Reklam
Efendi Hazretleri, "İstanbul'un bütün evleri medrese olsa lakin emr-i bi'l ma'ruf terk edilse bir kıymeti yoktur. Çünkü evlerimiz gibi şehirlerimizi de ancak emr-i bi'l ma'rufla koruyabiliriz." derdi.
Sayfa 116 - Hüküm KitapKitabı okudu
Değişik bir kent İstanbul. Tarihle ağırlaşmış, bir yandan da yeni. Hem taşları, hem de insanları bakımından yeni. Türklerin eline geçeli daha yetmiş yıl olmamasına karşın kentin yüzü tümüyle değişmiş. Elbette Ayasofya yerinde duruyor; camiye çevrilmiş. Sultan cuma namazını orada kılıyor. Fakat kentin yeni sahipleri her yere yeni yapılar yaptırmışlar; bunlara her gün yenileri ekleniyor. Yeni saraylar, camiler, medreseler, dahası, göçer olarak yaşadıkları bozkırdan gelip İstanbul'a yerleşenlerin ahşap küçük evleri. Kentten pek çok kişinin gitmesine karşın, kentin fatihleri başkentlerinde ötekiler arasında azınlıktalar; dahası hanedan ailesi dışındakiler, ötekilere göre çok etkili bile değiller. En güzel evler, çarşıdaki en varsıl dükkânlar Ermenilerin, Rumların, İtalyanların, Yahudilerin. Yahudilerin bir bölümü Granada'nın düşüşünden sonra Endülüs'ten gelmişler. Gelenlerin sayısı kırk binden az değil. Hepsi de Büyük Türk'ün hakseverliğini övmekte ağız birliği ediyorlar. Çarşılarda Türklerin sarıkları, Hıristiyanların ve Yahudilerin takkeleri hiçbir düşmanlık duygusu ya da hınç olmadan birbiriyle iç içe.
Şimdi, geçmiş zaman diyebileceğimiz o zamanlarda İstanbul evleri üçe ayrılabilirdi. Bunların Boğaziçi'nde su kıyılarında ve ahşap olanlarına yalı; İstanbul'un sayfiye semtlerinde, bahçe içlerinde ve yine ahşap olanlarına köşk; şehirde, ayrı harem ve selamlık daireli ve çokları kârgir olanlarına konak denilirdi. Bu kaçgöç zamanlarında Beyoğlu civarının apartmanlarında ise aileler oturmazlardı.
Efendi Hazretleri "İstanbul'un bütün evleri medrese olsa Lakin Emri bi'l ma'ruf terk edilse bir kıymeti yoktur. Çünkü evlerimiz gibi şehirlerimizi de ancak Emri bi'l ma'rufla koruyabiliriz" derdi. Mesele muhkem bir kışla yapmak değil, onu 24 saat nöbetçilerle muhafaza etmektir. Dünyanın en güçlü askeri karargahlarında nöbetçileri bir anlık gafleti, zaferi hezimete çevirebilir. O yüzden Allah'u Teâlâ Zariat suresi 55. Ayette " وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ " " Öğüt vermeye devam et zira öğüt inananlara fayda verir." buyurmaktadır. .
Reklam
Kadıköy ve Üsküdar'ın yüzyıllarla oluşan güzellikleri de bu ve buna bağlı para hırsıyla zalimce yok ediliyordu. Pembecavuş üzümleriyle ünlü Erenköy, çitlenbik ağaçlarıyla süslü şık Moda, fıstık çamları ve kokulu incirleriyle baş döndüren Salacak, leylak, sümbül, erguvanlarıyla dillere destan Fenerbahçe çılgın bir hızla betonlaşıyordu. Yalnızca bizim yaka değil, İstanbul'un iki yakası da tümden yeşilini ve tarihini silmeye uğraşıyordu. Çilekleriyle ünlü Kuzguncuk'ta da bağlar azaldı, o güzelim iki katlı evleri onartmak yerine çirkin beton apartmanlar yapılıyordu. Acelecilik ve açgözlülük, zevksizlik, kalınlık ve kabasabalığın en kallavisini doğuruyordu. Dedim ya, yanlış anlamıştık...
Sayfa 58 - Everest yayınları 68 basım Ağustos 2019
Kapitalizm...
Biliyor musunuz Avrupa'da en çok alışveriş merkezi inşa edilen şehir burası. Peki çocuklarımızın nefes alabileceği kaç parkımız kaldı? Kaç yeni müze açıldı? Kaç yeni kültür merkezi? Bu, sadece bir bina yapımı değil Nevzat Bey, bir yaşam biçimi dayatması. Nasıl ki Osmanlılar bu kenti aldıklarında külliyeler kurduysa, uluslar ötesi şirketler de kendi amaçlarına ulaşmak için bu tür merkezler açıyorlar. Bilirsiniz, külliyeler; camileri, medreselere kütüphaneleri, hastaneleri, konuk evleri, aşevleriyle bir tür kültürel hizmet kurumlarıydı, oysa markaların, alışveriş merkezlerinin tek derdiyse para ve daha çok kâr. İstanbul'un tarihiymiş, kültürüymüş, güzelliğiymiş kimsenin umurunda değil. Durmadan turistik oteller yapıyorlar, çirkin köprüler, iğrenç gökdelenler... Tek dertleri daha çok rant, daha çok vurgun, daha çok avanta...
Apartmandan ilk nefret eden Türk 28 Mehmet Çelebi'dir. İstanbul'un bahçeli ferah evlerinden Paris'e giden Osmanlı elçisi, bu üst üste eklenen evleri bir fakirlik manzarası gibi gösteriyor ve aydınlık, havalı Türk evi ile övünüyor.
Sayfa 72
67 syf.
·
Puan vermedi
·
4 saatte okudu
halk müreffeh, müstakil, zengin olmak istiyor. komşularının refahını gördüğü halde fakir olmak pek ağırdır. -ön bilgi- -18 eylül 1922de türk ordularının kesin zaferi ile sonuçlanan büyük taarruz sonrası milli mücadelenin/kurtuluş savaşının silahlı mücadelesi itilaf devletlerinin tbmmye
Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi
Atatürk Zamanında Türk EkonomisiFeridun Ergin · Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları · 03 okunma
Reklam
480 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Merhabalar, Kitabın bitimine 50 sayfa kalmışken tutamadım kendimi ve hemen bir şeyler yazmam gerek diye düşündüm. Kitabın mükemmel içeriğini anlatmaya geçmeden önce bu şaheseri kimin yazdığını anlatmak istiyorum. Kimdir bu
Vamık Volkan
Vamık Volkan
yazarımız? Vamık Volkan, 1932 Lefkoşa/Kıbrıs doğumludur. Kıbrıs İslam Lisesi'nde okudu; son sınıftayken çıkan
Ölümsüz Atatürk
Ölümsüz AtatürkVamık Volkan · Bağlam Yayıncılık · 200085 okunma
Batı Avrupa, ezelden beri Rusya'ya şüphe ve belirsizlikle yakla­şırdı. Aralarında her zaman bir Demir Perde vardı. Rusya, hep kendi başına bir dünyaydı: ücra ve imkansız. Hem doğal coğrafi sınırların hem de (Çarlık Rusya'sındaki) polis devletin inşa ettiği engellerin ardında yer alan bir ülkeydi. Dr. Johnson, "Seyahat etmek hayal
Bizde olsa ne varsa yıkarlar.. hiç acımadan hem de !..
"Tramvaylar Lizbon'un Alfama ve Graça denen semtlerinin dar sokaklarından evleri yalayarak geçiyor; buna rağmen ne 18. asrın ortasında şehri barok zevke göre yenileten Marki Pombal ne de onun halefleri, "Amma da dar, yıkalım yahu" demişler. İstanbul'u 1957'den beri görgüsüz idareciler mahvetti.."
Peki şehre nasıl çekidüzen verebiliriz? Yapıların etrafından başlamak lazım. Her yere garip garip gökdelenler diktiler. Bunlar ortadan kalkmadıkça hiçbir şey düzelmez. Öyle ki eski yapılar bu kalabalığın içinde kayboldu. Kendisi ne kadar güzel olursa olsun, kalabalığın içinde kaybolunca bir anlamı kalmıyor. Çünkü yapı, çevresiyle güzeldir. Mimar Sinan'dan bahsedip duruyoruz ya, burada bir çerçeve çizelim. Mimar Sinan tipi şehircilikte çevre önemlidir. Tamam, elimizde fotoğraflar yok ama onun zamanındaki İstanbul'un neye benzediğini üç aşağı beş yukarı kestirebiliyoruz. Çünkü Mimar Sinan'ın eserlerinin yapıldığı çağı bazı seyyahlar çok açık tasvir ediyor. O tasvirlerden anlıyoruz ki; İstanbul'da çok zengin, çok güzel bir konut mimarisi yok ama o konutlar önemli yapıları rahatsız etmiyor; hadlerini biliyorlar. Yapıların çevresinde birtakım ahşap kulübeler ve konaklar mevcut... Elbette bunların arasında yeşillik de var. Çok yaygın bir yerleşim olmadığı için, yeşili epey bol bir İstanbul'dan bahsediyorum. Bahçelerle süslü bir İstanbul... Sokaklar taş döşeli değil, çamur içinde ama felaket de görünmüyor. Yüksek katlı evler (eski deyimle "ala") çok değil. Bitişik nizamda fukara evleri de var ama yangın riskinden dolayı pek tercih edilmezmiş. Seyyahlar böyle anlatıyor. Ama şimdi durum farklı... Neredeyse tüm bu saydığım unsurlar berbat edilmiş, İstanbul giderek farklı bir şehre dönüşmüş.
Sayfa 244Kitabı okudu
215 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.