aşkı bir gece kalıp sabah giden yabancı bir konuk gibi mi kabul edelim? yoksa, bu duyguyu uykuda uyanan, uyanıklıkta kaybolan bir düş gibi mi düşünelim? bu haftayı, yerini gerçekliğe bırakmak üzere çok hızlı geçmiş bir sarhoşluk saati olarak mı farz edelim?
"Gece gelip sabah veda eden bir yabancı misafir gibi midir aşk? Ya da uyurken görüp uyandığımızda unuttuğumuz bir rüya olduğunu mu düşünmeliyiz bu sevginin?
Kaldır başını da, gözlerini göreyim sevdiğim. Dudaklarını arala da, sesini duyayım. Konuş benimle... söyle bana... bu fırtına günlerimizin gemisini sulara gömdükten sonra hatırlayacak mısın beni? Gecenin sessizliğinde daima kanatlarımın sesini duyacak mısın?[...]İç çekişlerimin acıyla yükselip yürek daralmasıyla alçaldığını duyacak mısın? Gölgemin karanlıkların gölgeleriyle yaklaşıp, sabahın sisiyle birlikte gözden kaybolduğunu görecek misin? Söyle bana, sevdiğim, gözlerimde ışık, kulaklarımda tatlı bir ezgi ve ruhuma kanat olduktan sonra, ne olacaksın?...
"İkimiz de susuyorduk, mahcuptuk, her birimiz diğerinin konuşmaya başlamasını bekliyorduk, ama kalpleri yakınlaştıran şeyin sadece konuşmalar ya da dudaklardan dökülen sözler olmadığının farkındaydık."
Aşkın uzun bir dostluktan ya da sürekli bir ilişkiden doğduğunu sanmak yanlıştır. Aşk manevi bir kaynaşmanın meyvesidir. Eğer bu kaynaşma bir anda olmazsa, değil bir yılda, bir yüzyılda bile oluşmayacaktır.