“Eğer okuduğumuz kitap bizi, kafamızın ortasına inen bir yumruk gibi sarsmıyorsa niye boşuna okuyalım ki?”
Doğru söylemiş Kafka. Kitap dediğin, insanın kafasına indirilmiş bir darbe hissiyatı vermeli. İşte bu kitap da öyle, kafama inmiş bir yumruk hissiyatı yarattı bende. Apansız yediği yumruğun etkisiyle darmaduman olan boksörün sendeleyip de ringin orta yerine kapaklanması, kapaklandığı yerden de uzun müddet kalkamaması gibi ben de zihnen epey vakittir kendime gelemiyorum, karnımda sanki bir sancı…
Ceza avukatlığı yapmış Faruk Erem. Meslek hayatı boyunca yaşadığı birtakım anıları, kendisini derinden sarsan olayları, durumları kaleme almış bu kitapta. Her biri sanki birer Sabahattin Ali öyküsü. Kimisi varlığından dahi haberdar olunulmayan Anadolu köylerindeki insanların, kimisi şehir hayatında her gün yanımızdan geçip giden onlarca yüzlerce insanın hazin yaşam öyküsü. Meğer hiç tahmin bile edemeyeceğimiz kimselerin de bizleri derinden etkileyecek ne yaşantıları varmış.
Kimisi bir cinayete kurban gider, kimisi en sevdiğini toprağa verir. Kimisi kan davası, toplum baskısı yüzünden cinayet işler, kimisi bam teline basıldığı için. Kitaptaki bazı olaylar bana yer yer Yaşar Kemal'in şu sözünü hatırlattı: “İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli.”