Vücutları ölüm oruçları yüzünden küçülmüş, yüzleri yanmış kadınlar görüyorum.
Onların sadece gözleri var.
Dünyaya hala o gözlerle bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar.
Şiddet bu ülkede inanıldığı gibi sorunları hemencecik halleden sihirli bir değnek değil. Silahlar ve bombalar masallardaki adaletli kralı ya da aşktan ölümlü kraliçeyi yaratmıyor.
Şiddet ceza vermiyor.
Şiddet öldürüyor.
Toplumun “ölüseviciliğini” destekleyen, körükleyen bir süreç yaşıyoruz.
Bir kez daha şairlerin kalemi kırılmıştır. Bir kez daha cezaevlerinin insanların diri diri yakıldığı, gömüldüğü ya da yaşayan ölü haline getirildiği yerler olduğu ispatlanmıştır.
Bir kez daha birbirimize sarılamayacağımız mesafeler, duvarlar örülmüştür.
Telefon numaranı çiğneyip yuttum. Oturduğum sokağı ufaladım sol avcumda. Anahtarlarımı göle fırlattım.
Her panoya “hiç sevmiyorum” yazdım. Nasıl olsa kimse ellerimdeki acıdan kuşkulanmayacak.
Nasılsa herkes özgürlükten yana.
O buram buram tutsaklık kokan
ama inek gibi geviş getirerek özgürlük numarası çeken panolardan yana.
Bu sakalet içinde
zaten sevsem n,olur, sevmesem n,olur.
Yine de iki gözüm önüme aksın,
beter olayım, evim yıkılsın ki sevmiyorum. Dökülsün dudaklarımdaki kırmızı...,,,
Şimdi bana kötülükten koruduğun şarkını söyle.
Sevdiklerin için yazdığın şiiri oku.
Ateşim yükselirse su içir, korkunç rüyalar görürsem sarılabileceğim kadar yer ayır kendine.
Işığı hep açık tut..
Işığı hep açık tut.
Bu çok önemli.