Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kötünün Estetiği Dizisi 4

Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu: Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri

Peter-Andre Alt

Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu: Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri Gönderileri

Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu: Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri kitaplarını, Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu: Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri sözleri ve alıntılarını, Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu: Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri yazarlarını, Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu: Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
niyeyse aklıma bir istismar biçimi olan love bombing geldi; iyilikteki kötülük.
kötülük timsali Dalville (Sade'ın romanı Justine'deki karakterlerden birisi) -Aydınlanmacı moral-sense (ahlak duygusu) felsefesini kasten anlam kaymasına uğratarak- erdemli davranmanın bir tür bencillik olduğunu ileri sürer: Erdemlilik ahlaklılığın kendini deneyimlemesinden duyulan hazdan başka bir şey değildir. Değerlerin yeniden değerlendirilmesi, ahlakı doğal bir dürtüye indirgeyen ve basit bencillikle aynı mertebeye yerleştiren maddeci bir öğretinin buyruğu altında gerçekleşmektedir. Doğayla kurulan bağlantı güç yasasına tabi olan toplumsal çıkar kavgasını savunmaya varır -yani bir bakıma henüz adı konmamış Darwinizme: "Bil ki uygarlık doğal düzenleri altüst etmişse de, onun haklarına dokunmamıştır. Doğa baştan itibaren güçlü ve zayıf canlılar yarattı. Amacı daima zayıfları güçlülere tabi kılmaktı, mesela kuzuyu aslana, böceği file. İnsanın becerikliliği ve zekası, konumunu değiştirdi. Artık sıralamadaki yeri belirleyen şey fiziksel kuvvet değil, insanın sahip olduğu zenginliklerdi." Adorno ve Horkheimer tarafından Sade'ın romanı Juliette (1797) için kullanılmış bir deyişle uygarlığı "kendi silahlarıyla" vuran böyle bir hayat dersi açısından, davranışları belirleyen kuvvetler dürtü ve sahip olma hırsı, kötü huy ve zevktir. Justine de acılar çekme pahasına, insanın doğası gereği kötü olduğunu ve tutkularının girdabında berrak bilincini yitirdiğini öğrenecektir.
Marquis de Sade hakkında nokta atışlar:
Hilkat garibesi olduğunu inkâra yeltenmeden kendini ortaya koyar ve şeytani bir yalnızlık içinde, kendisine karşı olan yasaya meydan okur..
Sayfa 40 - SEL YAYINCILIK
Reklam
Ted Hughes'un "Elma Trajedisi" (1967) adlı şiirinde Adem'de kıskançlık uyandırarak insanları birbirine karşı kışkırtan yılan değil Tanrı'nın kendisidir. Yaratıcının bir entrikacı karakterine bürünmesiyle, kötülük artık her yerde bulunabilen bir şey olmuştur.
Dilsel yoldan ifadesi mümkün olmayan lanetliler dünyasını bir "sembol"le anlatmak için Şeytan'ın çizdiği imge, Schopenhauer felsefesinin temel kavramlarından birinden hareket etmiştir. Cehennem istenç gibidir, çünkü sürekli geri dönen arzulamanın, "sonsuza dek katlanmak gereken acının" yeridir. ... Cehennem hakkındaki bu bilgi aslında yumuşatılmış bir ifade sayılmalıdır; nitekim Schopenhauer "istemeye hapsedilmekten" söz eder, bu da cehennemi yine "aşırılıklarla dolu varoluşun devamı" olarak anlayan bir formülasyondur: asla tatmin ve huzur bulamayacak bir itkinin yarattığı acı.
Modern cehennem tasvirlerinde yinelenme düzeninin ne kadar önem taşıdığını, Sartre'ın Gizli Oturum (Huis clos) (1947) adlı tiyatro oyununda görebiliyoruz. Eser, kötülük nedeniyle oluşan cezanın törensel gücünü monotonluk ve sürekli yeniden üretme halinde ortaya koyar. Bu kez cehennem hiç gösterişli olmayan, yitik ruhların yaptıkları
Belirsizlik sadece kötünün değil, iyinin de özelliğidir ve bu da insanın peşini bırakmayan satanik bir cezaya işaret eder. "Gerçek cehennem bu çelişik ikili oyunun içimizde sürüp gitmesinde yatar." (Alfred Kubin)
Reklam
“İyi yetişmiş her beyin” der Baudelaire, “iki sonsuzluk barındırır içinde, bunlar cennet ve cehennemdir ve bu sonsuzlukların her birinde derhal kendisinin bir yarısını görür.”
Mephisto açıklamasını tamamlamak üzere cehennemin sınırsız olduğunu ve belli bir mekana bağlı bulunmadığını ekler: "Cehennemin sınırları yoktur; belli bir yer değildir orası. Çünkü biz neredeysek cehennem oradadır; cehennem neredeyse biz de hep orada olmak zorundayız."
Ateş maddi bir boyut katmakta ve cehenneme atfedilen fizikselliğin egemenliğini vurgulamaktadır. Augustinus'un ilk günahı yorumlayışı bu noktada şu soruyu akla getiriyor: İnsanın bedeni ölünce çürümesine rağmen, neden günahkarlara cehennem ateşiyle bedensel ceza veriliyor? Diğer bir mesele de, bedensiz olan ruhun fiziksel olarak cezalandırılamayacağıdır. Augustinus'un bundan hareketle vardığı görüş, cehennemin bir model özelliği taşıdığıdır; orada acı çeken bedenler, aslında ruha verilen cezanın maddi karşılığını gösteren sembollerdir. İnsan cezayı ancak fiziksel anlamda düşünebildiği için, cehennem analojik şekilde bedene yönelik misilleme ve eziyetlerin cereyan ettiği bir yer halinde görülür, ama bu acıların asıl sahnesi günahkarın ruhudur.
Cehennemi anlatan en eski yazınsal metin, Asur-Babil kültürüne ait Gılgamış Destanı'nın günümüze ancak kısmen ulaşabilmiş 12. tabletidir. İÖ 3. binyıldan kalan bu anlatıda diğer tabletlerin Sümer dilinde özeti ve Uruk kralı Gılgamış'ın öyküsü yer alır. Gılgamış, dostu Enkidu'nun da yardımıyla tanrıların başlatmış bulunduğu bir dizi
19 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.