Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emanet Çeyiz Mübadele İnsanları

Kemal Yalçın

Emanet Çeyiz Mübadele İnsanları Gönderileri

Emanet Çeyiz Mübadele İnsanları kitaplarını, Emanet Çeyiz Mübadele İnsanları sözleri ve alıntılarını, Emanet Çeyiz Mübadele İnsanları yazarlarını, Emanet Çeyiz Mübadele İnsanları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Şu dünyayı nasıl sevmezsin... Şu Türkiye'yi nasıl sevmezsin... Şu çe­yizler yaşarken içinde..."
Bizim en büyük hatamız, kiliseleri, tarihi eserleri sahipsiz, korumasız bırakmak olmuştur. Evinde kiremidi eksilenler gelip kilisenin kiremi­ dini götürmüş. Gelip giden eser kaçakçıları, turistler ne buldularsa, kırıp söküp götürmüş. Zamanla yağmurla, karla sapa sağlam kilise çökmüş. Harap olmuş. Şimdi de onarmaya çalışıyoruz!
Reklam
Şirince'nin tüm halkı, mübadil olarak gelenler olduğu için başka yer­ lerde yaşanan yerli-muhacir ayrımı ve acı olaylar burada olmamış. Halkın köyü terk etmesinin nedeni geçim koşullarına bağlıdır.
İlk fırtına Balkan Harbi'nde kopmuş. Türk, Rum ve Bulgar halkları ara­sındaki ortak yaşama kan bulaşmış.
Demek Pontus Rumları, Türklerin aldatılmış torunlarıymış! Giresun Kitaplığında ancak Pontusların gerçek kimliklerini öğrene­bildim!... Başkaca bir arşiv, araştırma, belge bulamadım. Bu kadar bil­gi bile yeterliydi bazı gerçekleri anlamaya!
Herkes, ama herkes her dinden, her dilden başbaşa vermeli, yetmiyorsa diller anlatmaya sessizliğin diliyle konuşmalı sessizliğin diliyle düşünmeli... yobazlığın tanığı, barışın elçisi olmalıyız. Ne kin kalır, ne kör döğüçü: durulursa seller sevgi denizinde. Haydi sağlıcakla git. gideceğin yere, yolun düşerse Veriaya Gogora'nın selamını söyle Ezansız kalan tüm camilere! Gözlerinden hüzün damladı... Dalgalandı Karadeniz. Islandı kalemim...
Reklam
Artık banş çağrısı olmalıyız biz Cge’nin iki yakasında. Tüm terk edilmiş Duasız tapmaklar gibi. Her yıl, her yıl olmazsa beş yılda. on yılda bir aynı gün aynı saatte burda, orda. dünyanın her yerinde varlığı işlevinden utanan her tapınak, camileştirilmiş her kilise. müzeleştirilmiş her cami anadilinde çağırmalı insanları. Çan sesiyle gelmeli, Müslümanlar kiliseye. Ezanla durmalı safa, Hıristiyanlar camilerde...
Fakülte, şehrin insanlarını ve motorlu araçlarını alamayan dar sokaklarında sıkışıp kalmış. Bakımsız bir ortaokul ya da taşra lisesi görünü­münde. Binaların kiremitleri kırılmış, yerinden oynamış. Karadeniz gibi çok yağmur yağan bir yerde ne olur bu okulun hali? Kalorifer ba­casının işi, yağmur sularıyla yan duvardan aşağılara kadar siymiş. Sa­rı boyalı duvarın üstünde kapkara bir ünlem işareti meydana gelmiş. Bu kiremitlerin halini, bu kapkara ünlem işaretini bu okulun yöneti­ cileri, öğretmenleri, öğrencileri, işçileri neden görmez? Bu kentin in­sanları niçin görmez? Görenler niçin sormaz? Öğrenciliğinde okudu­ ğu okulun bozulan kiremidini, akan çatısını, baca isiyle kirlenen du­varını görmeyen; görecek kadar beyni eğitilmeyen bu gençler yarın öğretmen olduklarında öğrencilerin bakarkör olmalarını nasıl önle­yecekler? Sorular, sorular, sorular... Kendi kendime konuşuyor, düşünüyor, üzülüyorum. Gezdiğim gördüğüm yerlerde, "Hah işte, yaptık mı böyle mükemmel, tam yaparız!" diyebileceğim işler, gelişmeler arıyorum. Ama tersi çıkıyor karşıma...
"Kardeş, aman terörist falan değilsin ya!" diyerek soruyla karışık için­ deki kuşkuyu dile getirdi. Güldüm: "Tabii teröristim! Terörist olmasam, Halit, Engin terörist olmasa, ge­cenin bu saatinde Ferizdağ tepesinde ne işimiz var? Terörist olmasam ta Almanya'dan kalkıp da buralara gelir; Havva Nineyle, Salih Tilkiyle konuşacağım diye koşturur muyum? Keşke her terörist benim gibi, bi­zim gibi olsa!..." ... Gece bir vakit gözlerime uyku girmedi. Nedir bu böyle? Yunanis­tan'da, Vraşno'da, Vatalakos'ta ve diğer yerlerde kimse bana "Sen te­ rörist misin? Sen şu musun, bu musun?" diye sormaz, kuşkulanmaz, korkmazken; neden kendi yurdumda, kendi insanlarım her adım başı soruyor, kuşkulanıyor, başlarına bir iş gelmesinden korkuyordu. Ne­dir bu dağı taşı, kadını erkeği, gencini yaşlısını saran kuşku ve korku? Ben de korktum kendi ülkemde, kendi insanlarımın korkusundan! Bu sorular, bu korkular, bu düşüncelerle sağıma döndüm, soluma döndüm; güzel günleri, korkusuz yaşanılan günleri düşledim...
'Mahluklar gelmiş, adam yermiş! Mahluklar gelmiş, adam yermiş!' di­ ye aşağılıyorlar, hor bakıyorlar bize. Sokakta gören çocuklar, 'Mahluklar gelmiş, adam yermiş!' diye kaçar­ larmış. Recep Ağa dönüp geldi yanımıza. Başladı ağlamaya. 'Yahu' dedi, 'bu ne mesele böyle? Köyün bütün çoluğu çocuğu, 'Adam yiyen mahluklar nasıl' diye hem bize bakar, hem de bizden kaçar... Biz nereye geldik, niye geldik, nedir bu dünyanın hali böyle?' Böyledir, zordur, rezilliktir muhacirlik! Çalıştık çabaladık, devletin verdiği araziyi işledik. Sırtımızda Dazlu Dağı'ndan kereste taşıdık. Tütün ektik, mısır ektik. Tarla aldık. Ev yaptık, yıkıldı! Bir daha yaptık... Tekrar yıkıldı, tekrar yaptık! Ölen çok oldu... Kalan sağlarla devam ettik... Üredik, çoğaldık. Yoktan var ettik... Geldik bu günlere... İnsan yeşil çimen gibi... Nerde bir avuç toprak bulsa yeşerir... Yeşerir yeşermesine ya gönlüm hep oraların güzelliğine özenir!..."
238 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.