Spoiler içerir:
Hikaye İngiltere’nin bir adasında(sular yükselince ada oluyor) geçiyor. Baş kahramanımız Frank ve babası Angus bu adada büyükçe bir evde yaşıyorlar, arazileri var. Geçim için herhangi bir iş ile meşgul değiller, babasının büyüklerinden kalmış bir miras var.
Frank bu adada türlü türlü kalpsizce iş yapıyor. Deneylerden çok hoşlanıyor. Babaları ortak iki kardeşi var; Eric adlı bir abi ve Paul adlı bir kardeş. Bu ismini saydıklarımdan biri merhum ve kahramanımızın da bu olayda(ve hikayede tek tek ayrıntılayacağı iki olayda daha) parmağı var.
Frank karakteri aynı anda hem basit hem de kompleks. Görünümünü korusa da davranış kuralları ya da normlar ile bağlı değil, çılgın diye niteleyeceğimiz şeyler onun için olağan. Genel olarak hayatta kendisine haksızlık yapıldığını, kitapta açıklanan bir sebep ile tam bir erkek olamadığını düşünüyor ve kadınlara karşı indirgeyici bir bakış açısı var. Bir misal kadınlar doğurmakta, erkekler öldürmekte iyi, diyor.
Her ne kadar bana göre yavaş akan bir kitap olsa da 150 civarından sonra kendini okuttu, merak unsuru oluşturdu. Çocukların masumiyet derecesini, insanın hangi noktaya kadar ilerleyebileceğini, cinsiyet çatışmasını çok güzel işlemiş. Hikayede birçok yerde Frank günlük yaşantısından, kardeşlerinden bahsediyor gibi oluyor ama aslında arka planda karakterin ruh durumunu yazar satır aralarına örmüş oluyor.
Okunmasını tavsiye ederim, yazarın alışagelmedik bakış açısının takdire şayan olduğunu ve empati katacağını düşünüyorum.
Sürpriz bir sonu var, spoiler vermek istemedim.