Yalıtılmış birey nasıl konuşamazsa, bir toprağı mülk de edinemez. Kuşkusuz, hayvanların yaptığı gibi, bir öz olarak beslenebilir. Toprağa mülk gözüyle bakılması, her zaman, toprağın kabile ya da topluluk tarafından azçok ilkel ya da tarihsel olarak gelişmiş bir biçimde, barışçıl yoldan ya da zor kullanılarak işgal edilmesiyle ortaya çıkar. Burada birey, salt özgür emekçi olarak belirdiği nokta-gibi yalıtıklık [Punktualitat] içinde hiçbir zaman görünmez. Emeğinin nesnel koşullarının kendisine ait olduğu varsayılırsa, kendisinin de, öznel olarak emeğin nesnel koşullarıyla ilişkisini sağlayan bir topluluğa ait olduğu varsayılır. Emeğin nesnel koşullarıyla olan ilişkisi, topluluk üyesi olarak varolması ile sağlanır; öte yandan, topluluğun gerçek varlığı, emeğin nesnel koşulları üzerindeki mülkiyetinin özgül biçimi ile belirlenir. Bir topluluk içinde bulunması sayesinde sağlanan bu mülkiyet, yalıtık bireye, toprağın yalnızca salt zilyedini verip ve mülkiyetini vermeyen ortaklaşa mülkiyet olarak görünebilir - ya da devlet mülkünü özel mülkün önkoşulu yapacak biçimde birarada yanyana varolan devlet ve özel mülkün ikili biçimi olarak görünebilir, öyle ki, yalnızca kent yurttaşı, bir özel mülk sahibidir ve öyle olmalıdır, oysa, öte yandan, kent yurttaşı olarak mülkü, aynı zamanda, ayrı bir varlığa sahiptir - son olarak, komünal mülkiyet özel mülkiyetİn salt bir tamamlayıcısı olarak görünür, ki bu durumda ikincisi temeli oluşturur; bu durumda topluluk, üye meclisinin, ve üyelerin ortak amaçlarla biraraya gelmelerinin dışında bir varlığa sahip değildir.