Tabiri caizse iğrenerek başladım bu kitaba. Geçen senelerde yazarın yaşamış olduğu olay yüzünden, yazarın eserlerini okumayacağıma dair kendime öğüt biçmiştim. Dinlemedim kendimi, daha doğrusu dinletmediler. Sosyal platformlarda abartılan, övülen, “mutlaka” okunmalı denen bu kitaba olabildiğince objektif bir bakış açısıyla başladım. Ben yaptım bu hatayı, sen yapma…
Köy, pişmanlık, kayboluş… Temalar bundan ibaret. Anlatılması istenen olayların kapısını açık bırakan yazar, tüm kitabın düşüncelerini okura bırakınca ister istemez bu eseri bir boyama kitabından farklı bulamadım. Kendi anlatım tarzı bu olsa dahi, okurun gerek duyduğu arz eden bilgileri de yazması gerektiğini düşünüyorum.
Yazara değil kitabına bir şans vermiştim, orada da bir ‘keşke…’ dedim. Sen “mutlaka” okuma. Ama sadece benim fikrimle de kalmak istemezsen; kendin oku, kendin de yorumla. Aşağı yukarı aynı sokağın köşesinde buluşuruz.