Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Geleneksel Sanat Felsefesi Okumaları

Her İnsan Bir Sanatçıdır

Kolektif

Öne Çıkan Her İnsan Bir Sanatçıdır Gönderileri

Öne Çıkan Her İnsan Bir Sanatçıdır kitaplarını, öne çıkan Her İnsan Bir Sanatçıdır sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Her İnsan Bir Sanatçıdır yazarlarını, öne çıkan Her İnsan Bir Sanatçıdır yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Şehir, ilâhî bir aslı izleyen ressamlar tarafından çizilmedikçe asla mutlu olamaz."
..Burada da insanlar, “çağımızın ruhunu yansıtıyor” dedikleri her şeyi “gerçekçi” ve “samimi” olarak isimlendirme hakkını kendilerinde görmektedirler; söz konusu çağ da, işaret ettikleri gerçekliğin artık kendisinden kaçamayacakları sahte bir dünyadan ibaret olduğu bir zamandır. Onlar bu acizlikten bir erdem çıkarıyor ve ardından her normal insana has ahenge olan aslî ihtiyaca, tahkir maksadıyla “romantizm” veya “nostalji” yaftasını yapıştırıyorlar. Ultramodern müzik -örneğin elektronik müzik- müzik tanımına giren her şeyin tahkirine dayanır. Gerekli değişiklikler yapılarak, benzer bir durumun şiir sanatıyla ilgili olarak da geçerli olduğu söylenebilir: Şiir sanatı, bedbahtça tasarlanmış ve şiirin temelindeki ilkeyi çiğneyen bir sesler sisteminden ibaret hâle gelmektedir. “Sıfırdan başlamak”, yeni ilkeler, yeni temeller ve yeni yapılar icat etmek için bu yüzlerce veya binlerce yılı “bütünüyle süpürüp atma” çocuksu çılgınlığının haklı bir tarafı yoktur; çünkü böyle bir icat, özü itibariyle anlamsız olmakla kalmayıp herhangi bir yaratıcı samimiyetle uzlaştırılamaz da.
Reklam
Hakîkat arayışı bir icat değildir; o, var olanı arayıştır. Bütün güzel fiiller, sadece amaçlara götüren araçlardır; söz konusu fiiller kendilerinde amaç değildir. Sadece güzel olan kendinde amaçtır ve sadece güzellik hep yenidir. Güzel olan şey görüldüğünde hoşa gider ve güzel olanı gören ve hoşlanan zihindir [yani, ruhtur]. Akıl ve iradeden oluşan zihin, güzeli görür ve güzelden hoşlanır. Bu, doğru ve iyinin bileşimi olan güzeldir.
Platon’un öğretisini daha bildik kelimelerle ifade edecek olursak, şöyle diyebiliriz: “İnsanın sadece ekmekle değil, bilakis Tanrı’nın her sözü ile... gökten gelen ekmekle yaşayacağı yazılmıştır?“ Yani insan sadece [yol, su, elektrik gibi] hizmetlerle değil, aynı zamanda “ilâhî gerçeklikler” ile ve kendileri ile sağlıklı sanat eserlerinin oluşturulduğu, böylece o eserlerin de yaşayıp konuşabildiğî “illet/sebep konumundaki güzellik” ile yaşar.
Hiçbir sanat felsefesi, yalnız teoride doğru olma lüksüne sahip değildir. Bilakis, her sanat felsefesi pratikte de doğru olmalıdır. Her iki düzlemde de doğru olmayı talep etmeyen bir sanat felsefesinin ne anlamı olabilir? Meselenin bütün zorlukları işte bu son aslî zorunlulukta yatmaktadır. Her sanat felsefesi, bir sanatçı varsaymalıdır; bütün sanı ilk olarak sanatçıda ortaya çıktığından, sanatçı ve sanat eserinin “yapıcısı” olarak insanın tabiatını hesaba katmalıdır. Ancak bu takdirde böyle bir felsefe, sanatın kendisiyle icra edildiği ameliyeyi hesaba katabilecektir.
Güzelliği kamusal alanda ortadan kaldırmakta bir çıkarı olan kimseler güzelliği itibarsızlaştırmaya çalışır, bunu da -tıpkı dini boğmaya çalışanların dini “bağnazlık” olarak yaftaladığı gibi“tablo gibi [güzel]” ve “romantik” kelimelerini kullanarak ve de çirkin ve önemsiz şeyleri “gerçek”miş gibi yutturmak süretiyle yapar. Bu da güzelliği, ressamların ve şairlerin salt bir lüksüne indirgemektir. Şans inancı -çirkin ve önemsiz bir şans inancı tam da aynı amacı açığa vurur: “Gerçekte olduğu hâliyle âlem”, rastlantılar karmaşasında istiflenmiş çirkinlik ve önemsizlikten ibarettir.Bu problemi “saf ruh”a müracaatla atlatmaya çalışan ikiyüzlü bir erdem iddiası vardır ve çok daha kötüdür; çünkü “adanmış” ve “sahici” olduğunu iddia eden insanın sözde “samimiyeti” ile ittifak yapmaktadır. Eşyâya bu şekilde bakıldığında insanlar hemen, bütün maneviyatın tam tersi olan şeyleri -“samimi” olduğundan dolayı-“manevî şeyler” olarak görmeye başlamaktadır. Güzelliğin ilgası, ister samimi olsun ister olmasın, âlemin akledilebilirliğinin sonu demektir.
Reklam
Neredeyse her şeyin sanat ve herkesin sanatçi olabildiği bir zamanda ne "sanat" ne de "sanatçı" kelimesinin bir anlamı kalır.
5. Zihin eylemde bulunur ve zihnin bizâtihi eylemi, mutlak manâda, mükemmel hayattır; ama zihnin eylemi içkin bir eylemdir... zihin bu eylemiyle sonsuz bir oburlukla Varlığı ele geçirir, kendine çeker, yer ve içer, bunu da kendisinin belli bir şekilde her şey olması için yapar.3 Zihnin tabiatında bu ilk sıçrayış, bir diskursif/bahsî düşünce eylemi değildir. Bu sıçrama, bir akletme süreci ile yapılmamıştır. Bu sıçramanın tabiatı estetiktir, Çünkü insan, başından beri alet kullanan bir hayvan, aklî zekâsına dayanan bir işçi ise aynı şekilde başından beri güzelliğe âşıktır ve kendisi için hiçbir şeyin bir amaca götüren bir araçtan ibaret olmadığı, bilakis, kendisi için her şeyin özünde amaç olarak sevimli ve boş olduğu bir manevî mütefekkirdir.
- " (…) Frithjof Schuon: "Modern sanatın başta gelen yanlışlarından biri sanat maddelerini karıştırmasıdır. İnsanlar, tıpkı biçimlerin ve renklerin nesnel niteliklerini bilmedikleri gibi taşın, demirin, ahşabın kozmik anlamlarını ayırt edememektedir." […] Örneğin taş, soğuk ve katı olma özelliğini demirle paylaşmaktadır; buna karşın ahşap sıcak ve sevecendir. Taşın soğukluğu sonsuzluğun soğukluğu gibi nötr ve tarafsızken, demir düşmanca, saldırgan ve bayağıdır ki bu dünyanın demirle işgal edilmesini kavramamıza imkân verir."
İnsan Yayınları
Reklam
Sanatçının kimliğinin meçhullüğü, kişinin kendi kendinden özgür olma özleminin hâkim olduğu bir kültür türüne aittir. Bu felsefenin bütün gücü, “Yapan/Özne, benim” yanılsamasına karşı yöneltilmiştir. İnsan bireyselliği amaç değil, sadece bir araçtır. Bireysel bilincin yüce kazanımı/başarısı, bireysel bilincin kendini hem ilk başlangıcı hem de nihaî sonu olan şeyde kaybetmesi veya bulmasıdır: “Kim psişesini kurtaracaksa, onu kaybetsin.”62 Araçtan bütün istenen etkililik ve itaattir. Tebaaya tahtı arzulamak yakışmaz. İnsan mizacı bir demokrasi değil, bedenin, nefsin ve ruhun hiyerarşisidir. Mesih “Ben kendimden bir şey yapmam”‘3 demişken, Hristiyan’ın kalkıp da herhangi bir eseri “kendisinin” olarak görmesi olur mu? Krişna “Kavrayıcı, ‘ben, yapanım/özneyim” kavramını oluşturamaz”64 derken, Hindu’nun herhangi bir eseri kendisinin sayması olur mu?
Rönesans müziği, uzantısı olduğu Orta Çağlar müziği gibi, Avrupa ruhunun yüce ve yiğitlik olarak gördüğü şeyin sesle ifadesidir; insana şarabı veya bal likörünü veya geçmişin coşkulu destanlarını düşündürür. Sanatlar arasındaki bu orantısızlığın sebebi, aklî gerilemenin -icatçı aklın değil manevî tefekkürün gerilemesinin-, aklilik unsurlarının yer aldığı görsel sanatlarda, temelde, plastik cevherin, yani ruhun, hâllerini -ve nihai manâda güzelliklerini- dışlaştıran işitsel veya “tekrarcı” sanatlarda olduğundan daha doğrudan bir şekilde ortaya çıkmış olmasıdır.” Plastik sanatlarda ve mimarîde, Rönesans, bir tutku ve büyüklük duygusu sanatı anlamına gelir; barok [çok süslü, şatafatlı sanat], bir rüyalar sanatıdır. Müzikte barok, rüyada sevimli, narin ve cennetsi olanı dışlatırır; buna karşılık, görsel sanatlarda hayâlî/asılsız ve gülünç yönleri, bir kâbusa varan büyüleyiciliği ortaya çıkarır. On dokuzuncu yüzyılda romantik şiir ve müzik, dünyevî bağları pekiştirip keskinleştirmiştir. Her ne kadar, en geniş anlamıyla romantizmde insanın Tanrı sevgisiyle bütünleştirilmiş olarak görmek isteyeceği hâlâ pek çok güzellik varsa da, bütün duygusal bireyselcilikler gibi, bu da korkunç bir acı ve ıstıraplar tohumu atmaktır.
Ses’in varlık gayesi, Hakîkat kavramını anlatılabilir bir biçimde tecessüm ettirmektir. Doğru ifadenin şeklî güzelliği, hakîkatin ihtişamının şeklî güzelliğidir. Burada hem çalgıcı hem de alet aslîdir. Biz bedensel bireyselliğimizde, ne çok gevşek ne de çok gergin olmaması için “teller”inin veya “duyular”ının ayarlanması gereken aletleriz.
Bir resmin tabiatla uyumu, ancak sanat eseri ile sanat eserinin dışsal modeli arasındaki farkı ortadan kaldırmadığı müddetçe meşrudur. Böyle bir ayrım olmadığı takdirde, sanat eseri yeter/fail sebebini kaybedecektir; çünkü sanat eserinin tek amacı, zaten var olan bir şeyi tekrar etmek değildir. Resmin oranlarının kusursuzluğu, ne materyali -ki resimde düz yüzey, heykeltıraşlıkta cansız maddedir- ihlâl etmelidir ne de manevî dışa vurumu feda etmelidir. Oranların doğruluğu, belli bir sanatin maddî verileri ile uyum içindeyse ve aynı zamanda eserin manevî maksadını da tatmin ediyorsa, bu doğruluk, eserin sembolizmine bir aklın ve hakikatin dışa vurumunu ekleyecektir. Sahih ve kuralcı sanat, her zaman için tabiata ilişkin akıllı gözlemi asil ve derin stilizasyonlarla birleştirir ve bunu da ilk olarak, eseri, Tanrı’nın tabiatta yarattığı modele indirgemek; ikinci olarak, eseri, ona saf bir ruh mührünü, sema mührünü ve özsel olanın mührünü vurmak süretiyle fiziksel mümkünlük hâlinden ayırmak için yapar.
Kutsal sanatın tabiatüstü değeri, toplulukta bulunmayan bir akıl taşıması ve iletmesinden kaynaklanır. Kutsal sanat bâkir tabiat gibi, bir akıl niteliğine ve işlevine sahiptir ve bu niteliği güzellik aracılığıyla açığa çıkarır; çünkü kutsal sanat, öz itibariyle formel/sürî olana aittir; kutsal sanat süret ötesi olanın süretidir; Yaratılmamış olanın misalidir ve sessizliğin dilidir. Fakat sanatsal girişim kendisini kutsala bağlayan gelenekten kopar kopmaz, bu akıl garantisi akim kalır ve akılsızlık her yerde kendini gösterir; estetikçilik bizi bu tehlikeden koruyabilecek son şeydir. Bir sanat; sanatçının kişisel amacı ile değil, içeriği, sembolizmi ve üslübu ile, yani nesnel unsurlar ile kutsaldır. İçerik ile kastedilen, temsil edilen konunun ya dinen makbul bir modeli izlemesi ya da daha geniş manâda belirlendiği şekilde olması gereğidir; bununla birlikte temsil edilen konu her zaman için din tarafından belirlenmelidir.
32 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.