Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Geleneksel Sanat Felsefesi Okumaları

Her İnsan Bir Sanatçıdır

Kolektif

Her İnsan Bir Sanatçıdır Gönderileri

Her İnsan Bir Sanatçıdır kitaplarını, Her İnsan Bir Sanatçıdır sözleri ve alıntılarını, Her İnsan Bir Sanatçıdır yazarlarını, Her İnsan Bir Sanatçıdır yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
360 syf.
·
Puan vermedi
·
1 saatte okudu
Her İnsan Bir Sanatçıdır kitabı; geleneksel sanatın anlam ve önemini açıklama çabasından ziyade gerçek anlamda insan olmanın ne demek olduğunu kavramaya odaklanıyor. Yer ile gök arasında bir köprü ve etrafındaki âlem için bir lütuf vesilesi olan kâmil insan; bu cihana neden gelmiş olduğunun farkındadır. Sanat ise yeryüzünde İlâhi Sanatçı’nın
Her İnsan Bir Sanatçıdır
Her İnsan Bir SanatçıdırKolektif · İnsan Yayınları · 201412 okunma
"Kendi adına düşünmek" her zaman için kendi hakkında düşünmektir. "Özgür düşünce" denilen şey, bu yüzden hümanistik bir felsefenin doğal bir ifadesidir. Bizler, düşüncelerimizin ve onlara karşılık gelen arzularımızın insafına kalmışız. Özgür düşünce bir tutkudur. Özgür olan, bizlerden çok düşüncelerdir.
Sayfa 126 - İnsan YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Sanatçı olmayan hiç kimsenin toplumsal bir statüye sahip olma hakkı yoktur.
Sayfa 109 - İnsan YayınlarıKitabı okudu
- " (…) Frithjof Schuon: "Modern sanatın başta gelen yanlışlarından biri sanat maddelerini karıştırmasıdır. İnsanlar, tıpkı biçimlerin ve renklerin nesnel niteliklerini bilmedikleri gibi taşın, demirin, ahşabın kozmik anlamlarını ayırt edememektedir." […] Örneğin taş, soğuk ve katı olma özelliğini demirle paylaşmaktadır; buna karşın ahşap sıcak ve sevecendir. Taşın soğukluğu sonsuzluğun soğukluğu gibi nötr ve tarafsızken, demir düşmanca, saldırgan ve bayağıdır ki bu dünyanın demirle işgal edilmesini kavramamıza imkân verir."
İnsan Yayınları
12. Güzelliğin sanatla ilgisi yoktur! Bu, kulağa korkunç gelmektedir! Kendimizi toplayalım. Sanatın gayesi, doğru yapmaktır (recta ratio factibilı'um). Doğru yapılmış şeyler bizi 'güzel, hoş ve iyi olarak etkiliyor ise canımıza minnet. Çünkü güzel, “görüldüğünde hoşa giden şeydir.” Güzellik de duyular sayesinde ve duyular aracılığıyla bizim hoşumuza giden şeyin soyut isminden ibarettir. Ancak güzellik, yapımın gayesi değildir. Güzellik, doğru yapımın bir arazıdır. Güzellik, bizi hakikate veya benzeri şeylere çeken şeydir; nasıl ki yemek yapmaktaki güzellik bizi güzel yemeğe ve fiziksel duygulanımdaki güzellik bizi güzel eyleme çekiyor ise.
8. Gerçek şu ki, biz Güzelliğe inandığımız için sanatçıyız, sanatçı olduğumuz için Güzelliğe inanıyor değiliz. O halde, inandığımız bu Güzellik nedir? Değer nedir?.. Güzellik, bizim kendinde olan olarak ve hem doğru hem de iyi olarak algıladığımız eşyâdaki düzendir. Güzellik, sezgi ile algılanır ve güzellik bilgisi manevî tefekkür ile geliştirilir. Doğru; eşyânın doğasına ve kendi doğasına sadık olan demektir. İyi ise; iyi bilinen, iyi yapılan, eşyânın gayesine ve kendi gayesine uygun olan demektir... Eşyânın tabiatına ilişkin bilgi, o bilgiye uygun olarak eylemde bulunma iradesi ile pekiştirilmelidir. Gerçek, aklın gayesiyken iyi, iradenin gayesidir. İşine dair bilgisi ve o bilgiyi uygulamaya koyma iradesi olan bir işçi farz edelim ve bu işçinin gerekli beceriye veya araçlara sahip olduğunu varsayalım. Bu şeyler de [yani beceri ve araçlar da] kendi tabiatlarına ve iyiliklerine sahip olsun. Bu işçinin emeğinin ürünü, kaçınılmaz olarak güzeldir ve bu güzellik, doğrudan bilinir ve arzulanır.
Reklam
5. Zihin eylemde bulunur ve zihnin bizâtihi eylemi, mutlak manâda, mükemmel hayattır; ama zihnin eylemi içkin bir eylemdir... zihin bu eylemiyle sonsuz bir oburlukla Varlığı ele geçirir, kendine çeker, yer ve içer, bunu da kendisinin belli bir şekilde her şey olması için yapar.3 Zihnin tabiatında bu ilk sıçrayış, bir diskursif/bahsî düşünce eylemi değildir. Bu sıçrama, bir akletme süreci ile yapılmamıştır. Bu sıçramanın tabiatı estetiktir, Çünkü insan, başından beri alet kullanan bir hayvan, aklî zekâsına dayanan bir işçi ise aynı şekilde başından beri güzelliğe âşıktır ve kendisi için hiçbir şeyin bir amaca götüren bir araçtan ibaret olmadığı, bilakis, kendisi için her şeyin özünde amaç olarak sevimli ve boş olduğu bir manevî mütefekkirdir.
Hakîkat arayışı bir icat değildir; o, var olanı arayıştır. Bütün güzel fiiller, sadece amaçlara götüren araçlardır; söz konusu fiiller kendilerinde amaç değildir. Sadece güzel olan kendinde amaçtır ve sadece güzellik hep yenidir. Güzel olan şey görüldüğünde hoşa gider ve güzel olanı gören ve hoşlanan zihindir [yani, ruhtur]. Akıl ve iradeden oluşan zihin, güzeli görür ve güzelden hoşlanır. Bu, doğru ve iyinin bileşimi olan güzeldir.
Kadim müzik, on yedinci yüzyılın müziğinde dahi hissedilebilen manevî bir değer içerirken, müziğin düzeyi on dokuzuncu yüzyılın başında değişmiş, böylece müzik, din veya mistisizmin yerini almıştır: Müzik duygusu, önceki dönemlerin kutsal dışı müziğinden daha çok her insanî kırılganlık ve zaaf için akıl dışı bir mazeret olma işlevini yüklenmeye başladı. Müzik, her zamankinden daha çok aşırı hassaslaştı ve tumturaklı oldu ve “gündelik hayat”, bilimsel akılcılık ve ticarî materyalizm ile doldu. Ama genel olarak hâlâ gerçek müzikti, kozmik nite' liklere bağlı ve dolayısıyla, ruhun Göğe yükseliş hareketinin nadiren de olsa aracı olabilecek kabiliyetteydi.
Reklam
Rönesans müziği, uzantısı olduğu Orta Çağlar müziği gibi, Avrupa ruhunun yüce ve yiğitlik olarak gördüğü şeyin sesle ifadesidir; insana şarabı veya bal likörünü veya geçmişin coşkulu destanlarını düşündürür. Sanatlar arasındaki bu orantısızlığın sebebi, aklî gerilemenin -icatçı aklın değil manevî tefekkürün gerilemesinin-, aklilik unsurlarının yer aldığı görsel sanatlarda, temelde, plastik cevherin, yani ruhun, hâllerini -ve nihai manâda güzelliklerini- dışlaştıran işitsel veya “tekrarcı” sanatlarda olduğundan daha doğrudan bir şekilde ortaya çıkmış olmasıdır.” Plastik sanatlarda ve mimarîde, Rönesans, bir tutku ve büyüklük duygusu sanatı anlamına gelir; barok [çok süslü, şatafatlı sanat], bir rüyalar sanatıdır. Müzikte barok, rüyada sevimli, narin ve cennetsi olanı dışlatırır; buna karşılık, görsel sanatlarda hayâlî/asılsız ve gülünç yönleri, bir kâbusa varan büyüleyiciliği ortaya çıkarır. On dokuzuncu yüzyılda romantik şiir ve müzik, dünyevî bağları pekiştirip keskinleştirmiştir. Her ne kadar, en geniş anlamıyla romantizmde insanın Tanrı sevgisiyle bütünleştirilmiş olarak görmek isteyeceği hâlâ pek çok güzellik varsa da, bütün duygusal bireyselcilikler gibi, bu da korkunç bir acı ve ıstıraplar tohumu atmaktır.
..Burada da insanlar, “çağımızın ruhunu yansıtıyor” dedikleri her şeyi “gerçekçi” ve “samimi” olarak isimlendirme hakkını kendilerinde görmektedirler; söz konusu çağ da, işaret ettikleri gerçekliğin artık kendisinden kaçamayacakları sahte bir dünyadan ibaret olduğu bir zamandır. Onlar bu acizlikten bir erdem çıkarıyor ve ardından her normal insana has ahenge olan aslî ihtiyaca, tahkir maksadıyla “romantizm” veya “nostalji” yaftasını yapıştırıyorlar. Ultramodern müzik -örneğin elektronik müzik- müzik tanımına giren her şeyin tahkirine dayanır. Gerekli değişiklikler yapılarak, benzer bir durumun şiir sanatıyla ilgili olarak da geçerli olduğu söylenebilir: Şiir sanatı, bedbahtça tasarlanmış ve şiirin temelindeki ilkeyi çiğneyen bir sesler sisteminden ibaret hâle gelmektedir. “Sıfırdan başlamak”, yeni ilkeler, yeni temeller ve yeni yapılar icat etmek için bu yüzlerce veya binlerce yılı “bütünüyle süpürüp atma” çocuksu çılgınlığının haklı bir tarafı yoktur; çünkü böyle bir icat, özü itibariyle anlamsız olmakla kalmayıp herhangi bir yaratıcı samimiyetle uzlaştırılamaz da.
Neredeyse her şeyin sanat ve herkesin sanatçi olabildiği bir zamanda ne "sanat" ne de "sanatçı" kelimesinin bir anlamı kalır.
32 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.