Vedaların eski döneminin ilahilerinin dünyaya dönük, yaşam dolu havasına karşılık Upanişadların havası oldukça karamsar ve ağırdır. Bir Upanişad'da ülkesini terk ederek yaşamın anlamını bulmak umuduyla ormanlara giden bir raca’dan (raja, kral) söz açılıyor. Raca yaşamın anlamını aramakla uzunca bir süre geçirdikten sonra sonunda bir bilgeyle karşılaşır. Ona, nasıl mutlu olabileceğini sorar. Bilge önce konuşmak istemez, sonra şunları söyler:
"Ey saygıdeğer kişi! Bu kemikten, deriden, kastan, ilikten, etten, ersuyundan, kandan, gözyaşın dan, çapaktan, sümükten, tükürükten, terden, boktan, çişten, ödden ve salyadan oluşan, kokuşmuş vücutla nasıl mutlu olunur! Bu isteklerin, öfkenin, kızgınlığın, tutkunun, korkunun, kuşkunun, ürkekliğin, kıskançlığın, özlemin, tiksinmenin, açlığın, susuzluğun, yaşlılığın, ölümün, hastalığın ve daha başkalarının uğrağı olan bu vücutla nasıl mutlu olunur! Hem, bu dünyada her şey gelip geçici, bu sinekler ve böcekler ve benzerleri gibi, şu otlar, ağaçlar gibi önce oluyor sonra yok oluyor. Dahası da var - denizlerin kuruması, dağların devrilmesi, demirkazığın titremesi, fırtınaların kopması, yerin çatlayıp göçmesi... Bütün bunların olabildiği bir yerde nasıl mutlu olunur! Sonra, bir gün her şeyden bıkılır; sonra yine her şeye yeni baştan başlanır!"