"...Buruk bir tat veriyor algıladığı her şey. Doğa hala müthiş güzel, hala esin dolu, hala içine alıp yitme arzusu uyandırıyor. Ama biliyor Erdem, her şey doğadan ibaret değil; insan sosyal bir varlık. En ücra yerlere bile gitseniz, şu iki yüz metre aşağıdaki parlak renkli gürültücü hareketliler gelir bulurlar sizi. Onlar bulmazsa onların izleri bulur, onların imgeleri bulur, değerleri boksineği gibi kalkıp kalkıp iner, dolaşır, vızıldar beyninizde. İnsan olana insandan kurtuluş nerede?.. Dağa bakıyor. Kızıyor. İnsanlar olmasa, şu lağım fareleri, ne hükmü kalır onun da. Heybeti kimin kalbinde, kimin boyutlarına göre yüce. Bir kuş için yuva en çok, anlar mı o, aşağıdaki iki ayaklı uçamayanların yüreklerinin ateşini sınadıklarını sarplıklarında. Yine de muazzam görünüyor, yine de müthiş! Gevşedim diyor içinden, yine indirdim yelkenleri. Lağım fareleri de sevimli gözükmez mi bazen gözüne."
Yavşak olmak, yani mertliğin karşıtı olarak laçka karakter göstermek; yavşakizm, yani zekayı ve bilgiyi aptalca ve düzeysiz zevkler için kullanmak, küçük çıkarlar için kaypaklık etmek.
Mantık denen şey nedir ki sahi! Kim, kendi yapmadan doğru ya da yanlış olduğuna gönülden inanabilir bir şeyin? Doğru ya da yanlış nedir ki hakikaten? Kim kendi gücünü, yüreğini ateşte sınamadan, iç huzuruyla, benim doğrum budur, diyebilir.
Bir et parçasını eline tutuşturdular. Baba oldun, dediler. Tebrikler... Bunda tebrik edilecek ne vardı ki? Sekiz buçuk ay önceki eylemi sayılmazsa bu iş için ne yapmıştı ki?