İnsan canlısı sayılmam pek. Karşılaştığım kişilerden en önce sinir olacak bir şeyler bulup çıkarırım. Gayet yetenekliyim o konuda. Önce sıfır puan veririm. Eksi puanla başlayanlar da var. Kişi artı bir şeyler yaparsa puanlarını yükseltir. Çoğu da on üzerinden iki üç puan da kalır. Beş puan alan çok nadir. Şimdi aklınızdan geçiyor, kendini ne sanıyor da beş numarayı zor veriyor diye. Ama İnsanlar bu kadar ne yapalım. Kendime beş numara bile vermem.
"Tutunamayan"ı oynayanlarla kaynıyor ortalık. Uyumsuz, sorunlu, her şeyi anlamsız bulduğunu söyleyen, tutunmak için hiçbir şey yapmadığı havasında yığınla insan. Oysa ellerine bir dikkat edin, demir pençeler görürsünüz. Çelik tırnaklar. Yakınlarında uzaklarında ne görür ne hissederlerse pençelerini takarlar. Tutunurlar, hem de ne biçim tutunurlar. Boş vermiş görünümdedirler güya, uçan kuştan haberleri olur. Yaklaşmadan kokusundan tanırlar işlerine yaramayacak olanı, selam bile vermezler uzaktan. Duygulu görünürler, acındırırlar kendilerini, yürekleriyle değil hesaplarıyla yaşarlar oysaki. "Disconnectus Erectus" gibi bir ad takmışlardı bunlara galiba, Latince bilse Connectus Erectus'tan daha anlamlı bir karşı isim bulabilirdi. Bütün bedenleriyle yapışanlar ya da tırnaklarıyla sıkı sıkı yek vücut olanlar gibi... Alırlar da alırlar. Fare gibi üflerler kopartmadan önce bir şeyleri. Tırtıkladıkları, sürekli tırtıkladıkları bile fark edilmez o yüzden.
"İnsanlar hak ettikleri muameleyi görürler". Bir bölümü için belki geçerli. Hatta insanların çoğunluğu için. Ya azınlıkta kalanların, çektiklerini hak etmeyenlerin yüklendiği acılar? Ya çocuklar, ya hayvanlar? Onların çektiklerini haklı, mantıklı kılan ne?