Kaan Arslanoğlu'nun okuduğum ikinci romanı olan "İntihar: Zamanımızın Bir Kahramanı" okuması oldukça yorucu olan eserlerden biri. Kitabı okuyabilmek için gerçekten dingin bir zihne ve oldukça serbest zamana ihtiyacınız var. Az önce bahsettiğim teknik meseleler dışında, olay örgüsünden karakterlerin işleniş biçimine ve zaman mekan betimlemelerine, sık tekrarlan
İntihar an geçmişe dönüşlere bayıldığımı itiraf etmeliyim. Kaan Arslanoğlu'nun kendisini sahaf raflarında dolanırken SESSİZLİK KULELERİ -2084- isimli romanı ile keşfetmiştim ve SESSİZLİK KULELERİ -2084- isimli romanla birlikte ben bu adamı okumalıyım diyerek İntihar: Zamanımızın Bir Kahramanı kitabını almıştım ve sanırım diğer romanlarıyla da devam edeceğim.
Kaan Arslanoğlu'nun okuduğum ikinci romanı olan "İntihar: Zamanımızın Bir Kahramanı" okuması oldukça yorucu olan eserlerden biri. Kitabı okuyabilmek için gerçekten dingin bir zihne ve oldukça serbest zamana ihtiyacınız var. Az önce bahsettiğim teknik meseleler dışında, olay örgüsünden karakterlerin işleniş biçimine ve zaman mekan betimlemelerine, sık tekrarlanan geçmişe dönüşlere bayıldığımı itiraf etmeliyim. Kaan Arslanoğlu'nun kendisini sahaf raflarında dolanırken SESSİZLİK KULELERİ -2084- isimli romanı ile keşfetmiştim ve SESSİZLİK KULELERİ -2084- isimli romanla birlikte ben bu adamı okumalıyım diyerek
İntihar İntihar: Zamanımızın Bir Kahramanı kitabını almıştım ve sanırım diğer romanlarıyla da devam edeceğim.
İnsan canlısı sayılmam pek. Karşılaştığım kişilerden en önce sinir olacak bir şeyler bulup çıkarırım. Gayet yetenekliyim o konuda. Önce sıfır puan veririm. Eksi puanla başlayanlar da var. Kişi artı bir şeyler yaparsa puanlarını yükseltir. Çoğu da on üzerinden iki üç puan da kalır. Beş puan alan çok nadir. Şimdi aklınızdan geçiyor, kendini ne sanıyor da beş numarayı zor veriyor diye. Ama İnsanlar bu kadar ne yapalım. Kendime beş numara bile vermem.
"Tutunamayan"ı oynayanlarla kaynıyor ortalık. Uyumsuz, sorunlu, her şeyi anlamsız bulduğunu söyleyen, tutunmak için hiçbir şey yapmadığı havasında yığınla insan. Oysa ellerine bir dikkat edin, demir pençeler görürsünüz. Çelik tırnaklar. Yakınlarında uzaklarında ne görür ne hissederlerse pençelerini takarlar. Tutunurlar, hem de ne biçim tutunurlar. Boş vermiş görünümdedirler güya, uçan kuştan haberleri olur. Yaklaşmadan kokusundan tanırlar işlerine yaramayacak olanı, selam bile vermezler uzaktan. Duygulu görünürler, acındırırlar kendilerini, yürekleriyle değil hesaplarıyla yaşarlar oysaki. "Disconnectus Erectus" gibi bir ad takmışlardı bunlara galiba, Latince bilse Connectus Erectus'tan daha anlamlı bir karşı isim bulabilirdi. Bütün bedenleriyle yapışanlar ya da tırnaklarıyla sıkı sıkı yek vücut olanlar gibi... Alırlar da alırlar. Fare gibi üflerler kopartmadan önce bir şeyleri. Tırtıkladıkları, sürekli tırtıkladıkları bile fark edilmez o yüzden.
"İnsanlar hak ettikleri muameleyi görürler". Bir bölümü için belki geçerli. Hatta insanların çoğunluğu için. Ya azınlıkta kalanların, çektiklerini hak etmeyenlerin yüklendiği acılar? Ya çocuklar, ya hayvanlar? Onların çektiklerini haklı, mantıklı kılan ne?
İyileri kırmamak için iyilik numarası yapılabilir mi? Kızı, anasını, babasını, teyzesini kırmamak için yıllarca iyilik numarası yaptım. Sadece numara yapmak için uyumlu olunmazdı herhalde, içimde de buna yatkın bazı parçalar vardı demek ki; yine de sonuç olarak denk gelmemişti bir şeyler. Gittikçe artan bir basınç yaratıyordu uyumluluk, gittikçe katlanılmaz bir boğuntu.
Ona yaklaşıp öpüyor. Mutlu muydu o zamanlar? Bir yanıyla mutluydu. Numara yapan yanı. Öbür yanı hiç ölmedi. Ölmek ne, uykuya bile dalmadı. Öperken dahi bir gözü ona bakıyor; öbür gözü aynaya. Senin yaşamının anlamı bu mu? diye soruyor; küçümseyici...
Çekiliyordu toplumdan. Darda kalmadıkça kimsenin yüzüne vurmazdı kusurlarını, çekilirdi. Yalnızlığına çekilirdi. Bu bir bahaneydi belki yalnız kalmak için.
Burukluk duyuyordu. Burukluk birikiyordu. Yılların burukluk birikintisi. Koca bir boşluk duygusu. Her şeyi bırakmış olmanın, yaşamında ki hiçbir şeye gönülden bağlanamamanın başarısızlığı.